menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İşte yaşamak bu kadar kolay

10 0
28.06.2025

Tenler bronzlaşmış, hisseler kazanılmış hisseler kaybedilmiş, yüzükler takılmış yüzükler çıkarılmış. Herkes heybesindeki ağustosu döküyor derken işte o kadın geliyor, onu tanıdıktan sonra sadece Laleli'den açılan tramvayın değil İstanbul’un pek çok yerinden kalkan pek çok vesaitin dünyaya açılabileceğini fark ettim.* Öyle güzel ki, öylesine güzel ki bugün bilmem kaçıncı kez güzel kelimesini sıfatlıktan azade edip isimliğe terfi ettiriyor.

Güzel, ani, dançik, rındıke. Prenses çakmağını arıyor, ben uzatmaya kalmadan da buldu hay aksi. Prenseslerin Davidoff içtiği dönemler. Ortamı süzüyor kendinden çok emin, buraya fazla olduğunu düşünüyor. Raskolnikov’un cezaevindeki kayıtsızlığı* yüz yıl sonra prensesin bakışlarına sızıp etrafa saçılıyor. Diğeri de Ahmet işte, herkes kadar otuzlarında, herkes kadar öğretmen hepimiz kadar Ahmet. Haliyle prenses kadar kayıtsız değil bakışları, hele ona karşı. Soru yağmuruna tutuyor şirin Raskolnikov’u:

Ahmet: Evinizi nerede tuttunuz hocam?

Prenses: Çekmeköy’de.

Ahmet: Zor olmuştur hocam oralarda ev bulmak. -E tabi zor istanbul’da ev bulmak da geç Ahmet buraları-

Prenses: Zor.

Ahmet: Eşyaları ne yaptınız? Her yere güven olmuyor. Pahalı olsun temiz olsun. Eksik bir şey kaldı mı? Kaldıysa yardımcı olayım eşyam çok benim.

Prenses: Sıfır aldım.

Ahmet: En doğrusunu yapmışsınız

Prenses: …

Ahmet: Memlekete peki, memlekete gidebildiniz mi?

Prenses: Yok Bingöl’e bilet bulmak zor.

Ahmet ne yapsa olmuyor, prensesin İlgisini çekemiyor bir türlü. Panik hali avuç içinde ter, kendine yer veremeyen kollar, kah yarı oturur Ahmet kah bacak bacak üstünde. Ne kadar gülümsesin, yeterince içten mi fazla mı oluyor bu kadarı. Bakıp da görmemekte mahir biri prenses. Görünmez Ahmet. Zaman izafiyet yeteneğini bu ilkokulda Ahmet üzerinde zorlayadursun çaylar servis ediliyor öğretmenler odasında.

Bozuk havalandırmanın cik cik öten sesi neyin neden tartışıldığı hakkında kimsenin kesin bir fikre sahip olmadığı öğretmenler kurulu toplantısının açılış marşı olmaya layıktı ki öyleydi de. Herkes toplanmamış daha toplantı başlıyor diğerlerini beklemeye kalmadan, 12 kişi var yok. 12 sıkkın öğretmen. 12 ayrı zihinden 12 ayrı düşünce geçiyor.

-Böyle mini mini giyindik ama müdüre hanım bir şey der mi? Demez demez çiçekli böcekli bayram mesajı attım daha dün.

-30 yaşına geldi hâlâ elime bakıyor, üzerimize yapıştı çocuk bakıcılığı. Yok yok suç çocuğumda değil ki hakkını yediler oğlumun baksana kimler kimler öğretmen olmuş, kimlere maaş veriyorlar. Daha ne giyeceğini bilmeyenler burada keyif sürsün devletten geçinsin benim evladım gidip sanayide mi çalışacak yatsın aslanım annesi bakar ona.

- Qeder bıb ez tu biyari day leyro leyro leyro.. güzel şarkı ha devamı neydi acaba, insanın keyfi geliyor böyle şarkılar duyunca, öğretemedik çocuklara da bende suç yok halası konuşmuyor, halbuki çok tatlı dil Zazaca, baba tarafımın bir kısmı hariç Zazalar da çok tatlı insanlar bence, hem bir zamanlar sadece şirin değil heybetlilermiş de. Hakkari’deki ters lale kadar Kürtmüş Zazalar şimdi ancak ancak Dersim'den akan Munzur kadar, yok yok bir tık daha fazla neyse ya aman. Toplantı niye bitmiyor. Ek ders de yatmış güzel bir ziyafet çekeyim; büryan kebap sonrasında iki Carlsberg. Carlsberg üç olsun kebabı da patlıcanlı ısmarlayayım fazla mı oldu, olsun bugün ağa da benim paşa da. İçimde saklı gençlik ölümüne yarına kadar izin benden.

-Müdürün arka planda bu yıl ki tuvalet kağıdı ücretlerinin hızlı ödenmesini salık veren sesi öğretmenlerin zihnine verdiği birkaç saniyelik rahatsızlıktan sonra tekrar müdürün kulağına geri dönüyor-

-Bana mı bakıyor gel konuş güzel çekinme, daha kaç kere okul giriş çıkışlarını denk düşürmem lazım.

-Bu kaçıncı hafta gelip almadı çocukları. Baba demeye bin şahit. Umurunda mı? Biraz derdine düş çocuklarının it oğlu it. Okullar açıldı arayıp sormadı bir ihtiyacınız var mı? Ödediği nafaka da üç kuruş gününde yatırsa minnet duyayım istiyor bir de paşama hele.

Müdürün sesi geri dönüyor düşünceler bastırılıyor kulak kesiliyor herkes. Yıllardır süregelen öğretmenlik hayatımda en çok hasret duyduğum şeylerden biri anlamlı sebepli sonuçlu toplantı yapmaktı. Yıllar, çok yıllar ve hatta pek çok yıllar önce buralara yakın bir yerlerde yapılan Pirus Savaşındaki* komutanların dönem sonu toplantısına benziyor bu işler. Ne için yapıldığı belli olmayan zaferin yenilgi, yenilginin ise hiçbir anlam ifade etmediği savaşın onur madalyasını takmaya tenezzül etmeyen öğretmen arkadaşları oldum olası kendime yakın hissettim, büyüklerimin ellerinden öperken küçüklerime savaştan çekilmelerini salık veriyorum. Saatler birbirini kovalıyor bir gürültüyü diğeri takip ediyor. Kıymetli müdürün çok kıymetli ağzından çıkan kelimeler kurallı ve işe yarar cümlelerin bir parçası olmamakta direnedursun savaşımız sona eriyor şükür ki ciddi bir kayıp yok. Komutanlar öğretmenler odasından dağılıyor peşi sıra.

Herkes kendi sohbet grubuyla bahçenin bir kenarına çekiliyor. Bu tarz sohbet gruplarının bir parçası olmanın belli yolları ve kuralları var. Öncelikle hemşerinizi arayın bulamıyorsunuz civar illeri deneyin o da yoksa sendikal ortaklık. Bir sendikaya dahil olmadığınız ve hemşerinizin de olmadığı denklem de işler biraz zorlaşıyor. Herhangi bir konuda ilgi görmenizi sağlayacak kadar üstün yetenekli ya da okuldaki diğer öğretmenlerle sohbet geliştirecek bir ortaklığınızın da olmadığını varsayıyorum. Bu durumda okulda herkesin saygı duyduğu ve sevdiği insanları krediniz ölçüsünde siz de sevin ve saygı duyun. Bunu az dozda yaparsanız düşmancıl biri olduğunuz düşünülebilirken çok dozda yaparsanız rol çalmaya çalıştığınız izlenimi bırakabilirsiniz. İşte bizim Ahmet’te doğru zamanda doğru kişiyi dinlemiş, doğru kişiye hak vermiş, hangi konuda kaç cümle konuşacağını iyi hesaplamış konudan konuya geçerken manevra yapmayı öğrenmiş virajları hakkıyla almış, az gitmiş uz durmuş ve nihayetinde kendine bir sohbet grubunda yer vermiş. Ahmet çayını alıp grubuna oturuyor. Dikkat ediyor artık çok çay içmemeye. İlk gençlik dönemlerin bitmesiyle vücudunun her seferinde yeni bir kota sınırıyla tanışıyor. Her hastaneye gittiğinde bir paket ilaç bir dizi yasak. Midesi ona kahveyi, bağırsakları sigarayı, ciğerleri alkolü sınırlandırdıktan sonra şimdi de kalbinden gelen çay itirazı. Yıllar geçtikçe bedeni onun tarafını tutmayı bırakıyor. Üzülüyor Ahmet. Gençlik gidiyor, farkında Ahmet. Yaş aldıkça artan sorular. Yeterince gezdi mi falanca kitapları da okuyamadı. Ne evin var ne araban Ahmet. İstanbul da koştur dur son 10 yıl nasıl geçti? On binlerce aktarma yaptın da nereye gittin neye vardın Ahmet. Saçlar dökülüyor bel ağrıları artıyor, en yakın arkadaşın göbeğin Ahmet. Tam yaşlılığa teslim olacakken, sohbet grubunda gençlik iksirleri dağıtılıyor. 40'lı yaşlarında öğretmen arkadaşları geliyor yanına oturuyor. Hepsi Ahmet kadar iyi hepsi Ahmet kadar kötü, hepsi Ahmet kadar işte ne az ne çok. Rahatlıyor Ahmet derin bir nefes alıyor var diyor daha vaktim. Kaç yaş büyükler benden ama aynı muhabbetler aynı yerdeler benle, telaşa gerek yok oğlum. Bu arkadaş grubunu çok seviyor. Her gün iksiri almasa hali yaman. İçiyor iksirini gençliğini kuşanıp sınıfa doğru çıkıyor.

Koridorda birkaç çocuk panik halinde Ahmet’in etrafını sarıyor.

-Hocam, Ahmet Hocam!

Ahmet bir göz gezdiriyor çocuklara çatıyor kaşlarını yine mi bu ekip?

Efendim, diyor. Efendim bu kadar tatsız olabilir. Bir kelimeye dünyalar kadar isteksizliği sığdırıyor Ahmet. Kaşlar? Kaşlar çatık hâlâ. Bağlanmış eller donuk bakışlar ile güzel bir aheng yakalamış.

-Hocam şu filan sınıftaki falan çocuk yine rahatsız etti bizi. Yardım edin lütfen. Benim üstüme su döktü, benim saçımı çekti, bana kaşının üstünde gözün var, diyor çocuklar sırasıyla.

Ahmet iyice öfkeleniyor.

-Ben size ailenize söyleyin demedim mi? Hep aynı hikaye aileniz gelmeden ne yapabilirim? Bıktırdınız usandırdınız beni. Dinlemek dahi istemiyorum.

Avuç içindeki terler kurumuş. Bu Ahmet başka Ahmet. Çocukların karşısında devleşiyor adeta, Kocaman Ahmet. Esiyor gürlüyor Thor Ahmet. Çocukları dinlemiyor bile duyup da dinlememek de mahir biri Ahmet. Nasıl yaparlar nasıl anneleri babaları gelmeden ısrarla gelip onu rahatsız ederler hem bu Ahmet’in işi mi? İdareye gitsene kardeşim bostan korkuluğu diye mi koymuşlar oraya üç tane idareciyi. Sakin ol Ahmet ne sen Nuri Bilge’nin filmindesin ne burası Adıyaman’ın küçük bir köyü, kol kırılır da yen için de kalmaz Ahmet. Derin bir nefes al şimdi yavaş yavaş ver Ahmet. İşte yaşamak bu kadar kolay.

(TB/AY/RT)

Dipnot: Cemal Süreyya Üvercinka şiirinde laleliden dünyaya açılan tramvay dizesini o tramvayla sevgilisine gittiği için söylemiştir.

Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
Bütün kara parçalarında Afrika dahil

Dipnot 2: Raskolnikov cezaevine........

© Bianet