menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Süreci incitmeden…

17 0
latest

Çok anlamlı ve kıymetli bir Kürtçe söz var. Der ki; “Hûr bajo, kûr bajo, ga me êşîne” Meali şöyle; küçük, yavaş ve derin kaz tarlayı, ama hayvanı yormadan…

Bu özlü sözden yola çıkarak şununla yürümeli sanki. Sadece yüz küsür yıllık cumhuriyetin değil, özellikle seksenli yıllardan bu yana son yarım asrın iktidarlarının Kürde yönelik politikalarına kesintisiz olarak bakmak gerekiyor.

Her defasında “Kürt sorununa siyasi çözüm” önerisi gündeme geldiğinde, karşı salvo olarak güvenlik gerekçeli acımasız ve tahammülsüz şiddet sarmalı egemen politika haline dönüştü, uygulandı.

Genel demokrasi talepkâr süreçlerin ret edilerek, kutuplaşmanın tırmanmasına ve her defasında çözüm arayışlarının güvenlik politikaları bariyerine çarpmasına neden oldu. Bu tercih demokratik siyasetin önüne de adeta bir tıkaç gibi dikeldi.

Bu meselenin bir yanı tabii ki! Diğer yandan da korkunç ve alabildiğine sığ, koca bir halkı yok sayıcı, topyekün terörize edici potansiyel suçlu sayıcı bir genellemeye taşıdı.

Burdan baktığımızda bir yanda varlık-yokluk derdiyle hemhal Kürdün; asit kuyularından tutun toplu infazlara, upuzun esir gibi mahpusluklardan tutun ucu açık yerinden yurdundan adeta kovularak sürgünlüklerine varan bir felaket. Üstelik bu durum öyle basit küçük rakamlarla açıklanamayacak bir verili dönem.

Öbür yanda ise Batı Yaka'da sıradan ve sürüden “yurdum insanı”nın bu yapılan devasa vahşeti on yıllar boyunca içine sindirip uygulanan politikanın doğruluğuna yürekten inanarak muktedir bir edayla sahiplenmesi!

İşte, mevzu bu iki uzlaşması namümkün tarafın şimdi ortak bir paydada buluşabilmesi için politika üretmek.

Barış ve Demokrasi kurumsallaşması için ortak payda oluşturmanın yolu; yazının girişindeki söze yaslanarak kırmadan dökmeden iki kesimin de hassasiyetlerini gözeterek zarif ve ince dokunuşlara ihtiyaç duyan bir politikaya kilitlenmekte.

Adına “komisyon” denen bu vekiller heyetinin bileşimine baktığımızda doğrusu çok azı bu duyarlılığa sahip! Bu yapının sivil toplumla buluşma zarafetine ihtiyaç var. Başlıklar öncelik sıralamasına göre dizayn edilerek şekillenmeli.

Hepimizin malumu; mevcut meclisteki kritik oylamalarda ve kararlaşma görüşmelerinde halkın seçili vekili konumunda olanların nasıl sokak jargonuyla birbirlerini par(ç)aladıklarına çokça tanık olduk. İşte çözüm komisyonuna partilerince “atanan” vekiller bu yapının içinden çıkarak komisyona yollanmış oldu.

Komisyon'a elbette çok görev düşüyor ve çalışır çabalarken Meclis'teki hırçınlıklarını ve parti fanatizmini bir yana bırakarak ülkenin kangren haline gelmiş “malum” sorununu çözmenin erdemine inanan şahsiyetleri oldukları kimliğini öncellemeleri gerekiyor.

Komisyon çalışırken / çözüm üretmeye niyetlenirken; çatışmalı toplumlarda çözümün ilk adımının geçerli bir kavram olan “onarıcı adalet” ilkesi ile hayat bulacağını gözardı etmemelidir. Tahrip olan ve adaletsizliğe evrilen gündelik yaşamın güven veren sahici adil bir yeni düzene ihtiyacı var gündemin.

Ve bu tercihte asla ben “kazandım” sen ise “kaybettin” modu olmamalı; bu tür süreçlerde olduğu gibi her iki tarafın da devasa kayıpları asla unutmayarak “Kazan / Kazan” gibi davranması vazgeçilmezdir…

Yoksa! Evet yoksa alışıldık tabirle diğer bütün meclis göndermeleri gibi zamana yenik düşen “komisyona havale” işi olur. Böyle bir açmaza ülkenin tahammülü de, takati de, sabrı da, lüksü de yok maalesef.

(ŞD/EMK)

"Kayıp bir inancın sesi, rüzgârın bile uğramadığı dağlarda yankılanıyor; artık ne dualar göğe ulaşıyor ne de geride çocukların adı kalıyor."

Ortadoğu’nun kadim inanç topluluklarından biri olan Dürziler, yüzyıllardır hem dini kimlikleri hem de toplumsal duruşları nedeniyle çeşitli dönemlerde baskı, dışlanma ve saldırılara maruz kalmıştır.

Bu tarihsel süreklilik, ne yazık ki günümüzde de devam etmektedir. Özellikle Suriye’de iç savaşın yarattığı otorite boşluklarından faydalanan silahlı çete grupları, son dönemde Süveyda ve çevresindeki Dürzi yerleşimlerine yönelik sistematik saldırılar düzenlemekte, sivil halka yönelik kaçırma, infaz ve tehdit eylemlerini artırmaktadır.

Bu saldırılar sadece bir mezhebe yönelik nefretin değil, aynı zamanda Ortadoğu’nun çokkültürlü yapısına karşı yürütülen yok edici politikaların da bir parçası olarak okunmalıdır.

Dürzilik, görünürlüğü sınırlı ancak tarihsel etkisi ve toplumsal direnci bakımından dikkat çekici bir mezhep ve inanç sistemidir. 11. yüzyılda Mısır’da kurulan bu inanç, günümüzde özellikle Lübnan, Suriye ve İsrail’de yaşayan yaklaşık bir milyon insan tarafından sürdürülmektedir. Dürziler, kendilerini ne tamamen Müslüman ne de başka bir dinin mensubu olarak tanımlar; onların inancı, İslam’ın Şii İsmaili kolundan çıkmakla birlikte, felsefi, gnostik ve ezoterik bir yapı taşır.

Dürzilik, 11. yüzyılda Fatımi Halifesi el-Hâkim bi-Emrillah döneminde ortaya çıkmıştır. Halife el-Hâkim'in ilahi nitelikler taşıdığına inanan bazı düşünürler, özellikle Hamza bin Ali ve Muhammed ed-Darazî, bu inancı sistematize ederek yeni bir öğreti oluşturmuştur.

Ancak Dürziler, ed-Darazî’nin aşırıya kaçtığını ve topluluğun esas kurucusunun Hamza bin Ali olduğunu kabul eder. Bu inanç sistemi zamanla gizliliğe dayalı, ezoterik bir yapıya bürünmüş, kutsal metinleri sadece inisiyelere açık hale getirilmiştir.

Dürzilik, beş temel ilkeye dayanır: doğruluk, koruyuculuk, dürüstlük, tevazu ve ilahi birliği anlama. Bu ilkeler, bireyin hem Tanrı’ya hem topluma karşı sorumluluğunu tanımlar. Tanrı’nın doğrudan bilinemezliği, akıl yoluyla arayış ve ruhun tenasüh yoluyla olgunlaşması, Dürzi metafiziğinin temel taşlarındandır. İslam, Hristiyanlık, Yunan felsefesi, Hinduizm ve Gnostisizm'den izler taşıyan Dürzilik, bu sentezci yapısıyla Ortadoğu’nun dinsel mozaiğinde özgün bir yer edinir.

Dürzilik, inanç esaslarını halka açık şekilde yaymaz. Dürziler, inisiyasyon sistemine göre ikiye ayrılır: "uqqal" (akıllılar) ve........

© Bianet