menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ekimden ekime, Bahçeli’den Erdoğan’a

77 1
04.10.2025

Çok değil, tam bir yıl önce yine TBMM açılış günü görünür, orta yerde, hiçbir emare yokken Devlet Bahçeli DEM Parti sıralarına yönelip gayet samimi olarak Kürt vekillerle tokalaşıp; hem seçili Meclis’e, hem de ülke kamuoyuna akıbeti henüz belirsiz gidişata dair bir selam verdi.

Ülke kamuoyu sonraki günlerde bu mesajın ve bu hamlenin adeta okumasını yapmaya soyundu. Az sayıda kimileri temkinli bir yaklaşımla “iyiye” yordu. Çünkü hamle bir zamanlar seçim meydanlarında Abdullah Öcalan’ın asılması için urgan sallayan bir parti liderinden geliyordu. Temkinli olmak bu açıdan olması gerekendi.

Kimileri hatta büyük çoğunluk kimileri, ki bunların içinde bütün hikayesini Kemalizm soslu “anti emperyalizm” üzerine bina etmiş sol’dan tutun, sağın kalemşörlerine varıncaya kadar “kötüye” yordu. “Nasıl olur da tokalaşırsınız size daha dün hayatı zindan edenlerle! Size tez zamanda gününüzü gösterecekler. Bu bir seçim ittifakı oyunudur” ve “Bu terörist katillerle nasıl tokalaşırsınız!” mealinde konuştular / yazdılar / tartıştılar.

Ama konuşulduğu gibi olmadı tabii ki. Devlet Bahçeli çıtayı giderek yükseltti. Üstelik ne kurmaylarından ne de yaygın parti tabanından herhangi bir çatlak ses çıktı, aksine sahiplenildi.

CHP, eski devletin Cumhuriyet’in kurucu ideolojisinin diğer bütün etnik kimlikleri Türklük potasında yok sayıp eriterek hiçleştirmenin hafızalarda ve kayıtlarda kalmış “isyankâr” Kürde dair zulümkâr politikalarının Devlet Failidir.

AKP MHP ise tanıkları ve sanıkları hâla yaşayan, son çeyrek asrın Kürde dair en üst düzeyde zulümkâr politikalarını uygulayan Devlet Failidir.

Yüz yıl evvelki Cumhuriyet’in resmi ideoloji politikalarının hesap kesimi ancak özür ve telafi ile hâl yoluna girer.

Son çeyrek asrın hatta son yarım yüzyılın Kürde dair resmi ideolojik politikaları ise sanıkların ve tanıkların masa başında her bir şeyi faş ederek konuşup / tartışması ile çözer / çözülür. Yapılan, yapılması gereken tam da budur nitekim.

Daha önce yazmış ve söylemiştim. “Bu iş AKP’yle olur” diye. Hatta “Keşke işin içine Mhp de müdahil olsa” demiştim. Evet ciddi bir üst devlet aklı, olması beklenmeyen en uç noktadan başlattı çözüme doğru yürüyen “Geçiş Süreci”ni. MHP bütün olası çapakları törpüleyerek yumuşattı. İki taraftaki temkini de kısmen kabule evriltti.

Bugün 2025 Ekimi itibarıyla artık orta yere serili devasa bir fotoğraf karesi var. En üst düzeydeki şahsiyet, bir yıl önceki hamlenin üst aklının tepesindeki kişi Erdoğan sahadaki yerini alarak fotoğrafı verdi.

Bu bir yeni evredir elbette. Olması gereken de budur. Bütün barış ve uzlaşı süreçleri böyle yürür. Sosyal medyadan tutun yaygın medyaya kadar bir okuma yaptığımızda hâla “kötücül” bakanlar; “ey Kürtler size yapılan onca zulmü ne tez unuttunuz da bu fotoğrafı verdiniz” diyorlar.

Daha da hatta ağızlara alınmayacak lafları dillerine yakıştırarak diyecekler, desinler. Onlar barıştan yana değiller, Kürdün her defasında horlanıp tokat yiyeni olmasını makul görenlerdir onlar. Kürt halkı artık olanı biteni görüyor. Nasıl politika yapması gerektiğini de nasıl yol yürümesi gerektiğini de.

2025 Ekimi itibarıyla birkaç fotoğraf karesinde Kürdün seçili temsili şahsiyetlerinin görüntüsünde kısmen “şaşkın”lık ve “heyecan”a yenik düşme hâli elbette fark ediliyor. Buna belli ki alışkın değiller! E tabi yıllarca gaz yiyen, dayak yiyen, muhatap alınmayanın bir anda en üst düzeyde kabulünün “tuhaf durumu”nun karesi.

Birkaç fotoğraf karesine bakıp linçe yönelmek ahlaki değil! İlla ki bir görünürlük üzerinden söz üretmek isteyenler başka yerlere bakıp Kürt üst aklının söylenen sözlerine ve yazılanlarına bakmalı derim… (ŞD/TY)

Bu yılın nisan ayında başlayan Ani kazıları, Kültür ve Turizm Bakanlığı – Kafkas Üniversitesi işbirliğiyle altı noktada sürüyor. Ani Katedrali önünde, yaklaşık 30 metre güneybatıda Selçuklu dönemine ait tuğla gövdeli bir kümbet kalıntısı ile çevresinde sandukalı mezarlar ve akıt tipi mezar odaları açığa çıkarıldı. Kazı başkanlığınca alan “Anadolu’daki ilk Türk-İslâm mezarlığı” olarak nitelendiriliyor; kümbetin tüm çevresinin açığa çıkarılması ve konservasyon çalışmaları sürüyor. Katedral restorasyon çalışmaları da eşzamanlı yürütülüyor.

Ancak Anadolu Ajansı’nın (AA) haberinde ve Ani Ören Yeri Kazı Başkanı Doç. Dr. Muhammet Arslan’ın açıklamalarında köken bağlamında belirgin bir “Orta Asya” vurgusu öne çıkıyor. Bu vurgu, bölgenin Ermeni, Gürcü, Süryani ve İranî mimari sürekliliklerini görünmez kılıyor. Böylece farklı alanlarda karşımıza çıkan ve kendini sürekli tekrar eden iktidar merkezli tarih anlayışı, Ani üzerinden bir kez daha üretiliyor.

Bugün Ani’yi anlamayı zorlaştıran şey, bu tek-kökene indirgenmiş anlatılar. Söylem hem tarihsel bağlamı perdeleyip hem de hatalı restorasyon ve müdahalelere zemin hazırlama riski taşıyor. AA’nın haberi ve Arslan’ın ifadeleri bu yaklaşımı yansıtıyor:

“Orta Asya’dan Ön Asya’ya… ilk giriş kapısı olan Kars’taki Ani Ören Yeri.”

“Özellikle Orta Asya’da bizim sıkça gördüğümüz… akıt tipi mezar odaları.”

“Selçuklular’ın… İran’da tuğla malzemeyle inşa ettiği kümbetlerin… ilkini Ani’de… inşa ettiklerini söyleyebiliriz.”

Arslan, malzeme ve inşa kavramlarıyla bu söylemini desteklemeye çalışıyor. Oysa konu Ani ve buradaki mezar kültürü üzerineyse, tartışmanın merkezine buradaki mimari ve bu mimarinin asli unsuru olan Ermeniler girmek zorunda. Güçlünün ve iktidarın anlatılarında ezilenler, üretenler yoktur; bu eksiklik, her şeyi Orta Asya üzerinden açıklama girişimiyle de ilgilidir.

Arslan, anlatıyı Orta Asya eksenine oturtarak Ani’yi “Orta Asya’dan Ön Asya’ya giriş kapısı” söylemiyle sabitliyor. Bu okumada yerel Ermeni–Gürcü–Süryani ve İranî süreklilikler gölgede kalıyor. Oysa mimarlık tarihi açık: kümbet tipi, Selçuklulardan önce geniş İran coğrafyasında görülür (Buhara Samanî Türbesi, Tim Arab-Ata, Gurgan Gonbad-e Qâbus) ve terimin kendisi de Farsçadır (gonbad).

Selçuklu hâkimiyetiyle birlikte Kafkasya–Doğu Anadolu hattındaki taş ustaları üretimine devam etti; kümbet ve taş bezeme repertuvarı İranî–Kafkas yerel mirasa yaslanır. Mimarlık terimlerinin önemli bir kısmının Farsçadan (hane, duvar, zemin, pencere, sütun, pervaz, dam, köşk) gelmesi de bu sürekliliğin dilsel izidir. Kümbet, Orta Asya’dan gelme bir mezar kültürü değildir.

Kazı başkanı daha önce de Ani Katedrali’nin fetihten hemen sonra Alp Arslan tarafından camiye çevrildiğini, kubbedeki haçın “altın hilalle” değiştirildiğini ve “ilk cuma namazının burada kılındığını” iddia etmişti. Buna karşılık, HAYCAR üyesi ve Ani mobil uygulamasına katkılarıyla bilinen Alin Pontioğlu, bu anlatıyı doğrulayan birincil ve net bir tarihsel kayıt bulunmadığını vurgular. Pontioğlu’na göre yerel rivayet, Alp Arslan’ın ilerleyişini sürdürdüğünü ve katedrali kilise olarak bıraktığını aktarır; bölge hafızasında Melikşah’ın Ermenilere karşı müsamahakâr tutumuyla olumlu anıldığı da not edilir. Ani’nin ne olduğunu göremiyoruz, çünkü bu bilgi ile aramıza iktidar odaklı tarih anlayışı başka tür ifadeleri yerleştirmeye çalışıyor.

Ani’nin kaderine bakarsak, 1239’da Moğolların yağmasından sonra kent Gürcü-Ermeni Zakaryan beyleri üzerinden Moğol/İlhanlı egemenliğine girdi; bu dönem kentin düşüşünün başlangıcı sayılır. 1319’daki büyük deprem yıkımı ağırlaştırdı. 14. yüzyılda Celayirliler, Karakoyunlular ve Timur’un tahribatı Ani’yi sarstı. 16. yüzyılda Safeviler, ardından Osmanlılar (1579) bölgeyi kontrol etti. Ticaret yollarının kayması ve yıkımlar nedeniyle kent 17–18. yüzyılda bütünüyle terk edildi.

Mezar kültürünün İran ve Ermenistan coğrafyasında değişimi, toplumun zenginlerinin ölümde bile kendi farklarını koruma isteğini gösterir. Aynı zamanda, Ermeni krallarının pagan ve Hıristiyan motiflerinin terk edilmiş devamını yansıtır.

Kümbet (gonbad), içten kubbeli–dıştan konik külahlı, çoğu kez çokgen ya da silindirik gövdeli bir anıt mezar tipidir. İslami dönemde çekirdeğini Mâverâünnehir–Kuzeydoğu İran hattındaki erken örnekler (Buhara Samanî Türbesi, Tim Arab-Ata, Gurgan Gonbad-e Qâbus) oluşturur. Doğu kiliselerinin (Ermeni, Süryani) ve Ortodoks (Gürcü) konik tamburlu kubbe siluetiyle kümbetlerin konik külahı arasındaki benzerlik, sert kış iklimlerinde karı hızla atan, dikey vurguyu ve uzaktan görünürlüğü artıran aynı yapı mantığına dayanır. Cephede kör kemer kuşakları, profil/silme dizileri ve geometrik örgüler, bölgesel atölye dolaşımıyla iki geleneği birbirine yaklaştırır; böylece Ani–Erzurum–Ahlat–Van hattında kilise–türbe–kule repertuarı ortak bir siluet dili üretir. Sonuçta, köken hattı İranî olsa da Anadolu’daki kümbetin görünüş ve yüzey dili, Ermeni/Gürcü/Süryani konik tambur–kubbe geleneğiyle kurduğu yerinde temaslar içinde biçimlenmiştir. Bizans’ın geç döneminde Süryanice (Batı Aramice) konuşan toplulukların Malatya’ya iskânı da bu üslup etkileşimini hızlandıran bir unsur olmuştur.

Bu dolaşım taş işçiliğinin repertuarında okunur: Selçuklu portallerindeki derin rölyef, Ermeni haçkârlardaki “zeminden keskin ayrışma” estetiğiyle akrabadır; silme-torus-kaval dizileri, şevli çerçeveler ve iç içe kemer kademeleri cepheye ritim verir. İranî kökenli muqarnas kavramı taş tromplar ve niş tavanlarında kademeli hücrelere tercüme edilir; tuğladaki yumuşak geçiş taşta keskinleşir. Figürlü repertuarda aslan ve çift başlı kartal egemenlik simgesi olarak, ejder–siren–grifon gibi yaratıklar liminal/koruyucu anlamlarla kapı eşiklerinde yer alır; kimi merkezlerde zodyak ve gezegen panoları kozmik düzen fikrini taş yüzeye taşır. Kitabe şeritlerinde kufi ile geç nesih–sülüs, meandr/örgü........

© Bianet