Madaniya: Sudan, bir halk ayaklanmasının kalbinde
Yönetmen Mohamed Subahi, Madaniya (2024) adli belgesel filminde Sudan'da sıradan ve sivil bir hayatın özlemini çeken insanların hikâyesini anlatıyor bizlere.
Subahi, filminin gösterimleri sırasında ve bizimle konuşurken de bu basit gerçeğin altını defaatle çiziyor. Filminde takip ettiği farklı toplumsal geçmişlere sahip, farklı mahallelerden gelen, genellikle gözden ırak gönülden uzak ya da bilinmeyen Sudan'ı temsil eden karakterlerle bizi ortak bir hayale tanıklık etmeye davet ediyor: Sivil ve kolektif bir geleceğin hayaline. Bu karakterler arasında genç duvar ressamı Esra, işçi Mümin ve çocuklarının geleceği için protestolara katılan, şoförlük yaparak geçimini sağlayan bir baba olan Django yer alıyor.
2010’lu yıllardan itibaren dünya genelinde pek çok farklı ülkede özgürlük, eşitlik, onur ve temsiliyet talepleriyle yükselen hareketlere tanıklık ettik. Bazıları baskıcı rejimleri devirmeyi başarsa da çoğu sonrasında benzer ve daha şiddetli sorunlarla karşılaştı. Devlet şiddeti, askeri müdahaleler, zor kazanılmış hakların geri alınması ve umutlu başlangıçların kırılgan, belirsiz sonlara dönüşmesi, başlıca sorunlar oldu.
Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Sudan’da ise 30 yıllık diktatörlüğü 2019’da sona eren Ömer el Beşir, hepsi benzer dalgayla, yetti artık diyen halk ayaklanmalarıyla devrildi. Burada Sudan nedeniyle ilk andığımız ülkeler Afrika ülkeleri olsa da, direniş ruhu pek çok ülkede kendini gösterdi: Türkiye’de Gezi Direnişi (2013) ve ABD’de, Trayvon Martin davasıyla başlayıp George Floyd’un 2020’deki ölümüyle zirveye ulaşan Black Lives Matter (Siyah Hayatlar Değerlidir) hareketi, İran’daki Jin, Jiyan, Azadî (Kadın, yaşam, özgürlük) hareketi gibi. Bu hareketler yeni direniş kültürleri, politik farkındalıklar ve sivil katılım biçimleri ortaya çıkardığı gibi sonrasında haksız tutuklamalar, cezasızlık politikaları ve direnişi-direnişçileri kriminalize eden gerici iktidarlarla karşı karşıya kaldı; daha baskıcı rejimlerin yükselişine şahitlik etti.
30 yıllık diktatörlük boyunca Sudan’da sinema ve birçok sanat dalı yasaklandı. Ancak tüm bunlara rağmen, yurt dışında sinema eğitimi almak zorunda kalmış, sürgün hayatlar sürmüş efsanevi bir kuşak; kısa filmler, film kulüpleri, yeraltı gösterimleri ve geçmişe duyulan nostaljiyle Sudan sinemasını yaşatmaya, bir sinema salonu açmaya ve film gösterimleri yapmaya çalışır. Suhaib Gasmelbari’nin Talking About Trees (Ağaçlardan Bahsetmek, 2019) filmi, bu ruhu ve kuşağı yakalayan bir film olur.
İsmini Bertolt Brecht’in Bizden Sonra Doğanlar şiirinin “Nasıl bir çağdır bu, ağaçlardan bahsetmenin neredeyse suç sayıldığı” dizelerinden alan filmin devamında Sudan’daki gelişmeleri ve “ağaçlardan bahsedenleri”, ağaçları yeşertmeye çalışan meydanları dolduran insanları ve karşı karşıya kaldıkları özünde değişmeyen iktidarları anlatan filmler gelir. Mohamed Subahi’nin Madaniya ve Hind Meddeb’in Sudan, Remember Us (Sudan, Hatırla Bizi) filmleri gibi.
Sudan’da uzun süredir beklenen devrim, Aralık 2018’de gerçeğe dönüştü. Mohamed Subahi’nin Madaniya filmi bizi o anın ötesine götürüyor. Nisan 2019’daki oturma eylemlerini, halkın askeri değil sivil yönetim talebini ve yüzlerce kişinin yaşamını yitirdiği 3 Haziran katliamı sonrasını belgeliyor.
Madaniya, sadece Sudan’ın 2019 devrimine tanıklık etmeyen, aynı zamanda onun umutlarını ve acılarını da yaşayan yönetmen Mohamed Subahi’nin ilk belgeseli. Protestoların susturulduğu, internetin kesildiği ve insanların hayatını kaybettiği bir dönemde yönetmen, kamerasını bir tanık olarak kullanıyor. Esra, Mümin ve Django’nun sesleri aracılığıyla Madaniya, bir hareketin insani yönünü ortaya koyuyor: Sanatını, emeğini, özlemini. Dolayısıyla bir tanıklık, bir bellek taşıyor Madaniya ve belki de en önemlisi, Sudan’ın hâlâ ne olabileceğine dair bir öngörü: Postallı askerlerin değil, halkın yönettiği bir ülke.
İlk olarak Sheffield DocFest’te gösterilen ve yolculuğuna İstanbul Belgesel Günleri’nde devam eden filmin yönetmeni Mohamed Subahi ile Madaniya'yı, Sudan'ı ve sürgünü konuştuk.
Sudan’daki direniş hareketine nasıl dahil oldunuz ve belgesel çekimine nasıl başladınız?
Ben Beşir’in baskıcı rejimi altında doğdum ve büyüdüm. Hayatımın her anını belirleyen ve geleceğimi şekillendiren sert bir diktatörlüktü. Tüm kuşağım için bu böyleydi ve aynı şekilde hepimizin değişim arzusu da ortaktı. İnsanlar sokaklara döküldüğünde, hakları için her şeyi riske attıklarında, elime kamerayı almam gerektiğini hissettim. Belgeselin çekimleri böyle başladı ve üç ay sürdü. "Sit-in" dediğimiz oturma eylemleri başladığında orada olmam gerektiğini biliyordum ve orada, Madaniya’da gördüğünüz karakterlerle tanıştım.
Filmde üç karakter var ama fragmanda ve filmde kısa da olsa gördüğümüz şarkı söyleyen genç bir kadın, Buh, dikkat çekiyor. Buh karakterinden bahsedebilir misiniz bize?
Evet, Tasabeeh Byha. Genç, devrimci, tutkulu ve vizyon sahibi bir kadın. Onun oturma eylemindeki şarkısı sıradan bir şarkı değildi; vatansever bir marştı, protestocuları ortak bir amaç etrafında birleştirdi. Aslında altı kişiyle çekim yapmıştım ama anlatının odağı açısından üç karakterle devam etmek zorunda kaldım.
Bu film sizin için sadece sanatsal bir proje ya da iş değil diyebiliriz sanırım. Direnişin bir parçası olduğunuzu söyleyebilir misiniz?
Kesinlikle. Kamera arkasında duran bir yönetmen değildim sadece, o anın içinde yaşayan biriydim. Kamera benim için sadece bir belge aracı değil, bir direniş biçimiydi. Bu şiddetli anı canlı tutmak, tanıklığa dönüştürmek benim vatandaş ve sanatçı olarak görevimdi.
O zorlu günlerde çekim yapma deneyiminizi anlatır mısınız? Özellikle oturma eylemleri sırasında neler oldu?
Oturma eylemi başlamadan önce mahalleleri dolaşıp insanların gözlerindeki korkuyu, umudu ve cesareti çekiyordum. 6 Nisan 2019’da insanlar ordu karargâhı önünde toplanmaya başladığında bunun tarihi bir an olduğunu hissettim. 52 gün boyunca oradaydım. Yerde uyuduk, şarkılarla, marşlarla uyandık, birlikte yemek yedik, duvarlara resim yaptık. Ama sonra gerilim arttı. 3 Haziran sabahı internet tamamen kesildi. Haber yoktu. Ve ardından katliam başladı. İnsanlar hedef alındı, öldürülen insanlar Nil’e atıldı. Hayatım da görüntüler de ciddi tehlike altındaydı. Orada kalmaya devam etmek istedim; ama hem kendimi hem de çektiğim görüntüleri korumak için ayrılmak zorunda kaldım.
Film, kronolojik bir sırayla ilerlemiyor. Bu anlatı yapısını nasıl kurguladınız?
Sudan’ın hayatı doğrusal değil; karışık ve döngüsel. Devrim-kısa bir sivil yönetim-askeri darbe… Bu kısır döngü sürekli tekrarlanıyor. Film de bu duygusal dalgalanmayı ve çözümsüzlüğü yansıtmalıydı diye düşündüm.
Kadınlar devrimde görünür ve güçlü bir rol oynadı. Filminizde bu nasıl yer buldu?
Kadınlar devrimin atan kalbiydi. Filmimde sadece ressam Esra karakteriyle değil, genel anlatıyla da Sudanlı kadınların gücünü ve varlığını göstermeye çalıştım. Bu film aynı zamanda Sudanlı kadınlara bir saygı duruşudur.
Afişinizde bir asker postalı var. Türkiye’nin askeri darbeler tarihi düşünülünce bunun sembolik anlamını, temsil ettiklerini anlayabiliyoruz. Sizin için ne anlam ifade ediyor?
Asker postalı, Sudan’ın on yıllardır yaşadığı askeri baskının sembolü. Madaniya, sivil yönetim arzusuyla askeri baskı arasındaki çelişkiyi ele alıyor. Postal hem baskıyı hem de bu baskıya karşı direnme umudunu simgeliyor. Meydanda her yerden görünür biçimde, en yüksek noktalardan birine asılmıştı o postal, pek çok şeyin simgesiydi.
Sudan’dan ayrılmış olsanız da filmdeki insanlarla hâlâ iletişiminiz var mı?
Evet, iletişimimiz sürüyor. Hâlâ Sudan’dalar ve savaş ortamına rağmen iyiler. Örneğin Mümin, bir hastanede gönüllü sağlık hizmeti veriyor. Onları uzaktan da olsa desteklemeye çalışıyorum.
Sudan’daki ya da sürgündeki diğer sinemacılarla bağınız var mı? Artık Kahire’de yaşadığınızı söylemiştiniz, oradaki sinemacılarla iletişim halinde misiniz?
Evet, Kahire’de Sudanlı projeleri destekleyen yaratıcı bir sinema çevresinin içindeyim. Afrika ve Arap dünyasındaki sinemacılar arasında güçlü bir dayanışma var.........
© Bianet
