Ayşegül Devecioğlu'ndan siyasi bir polisiye: Kuma Daireler Çizen
“Hayatlarının kaybolmuş, şimdi ne kendileri ne başkaları için anlamı olan o dönemini geride bırakmak, bu yeni vahşi dünyada ne pahasına olursa olsun geride bırakmak, bu yeni vahşi dünyada ne pahasına olursa olsun ayakta kalmak gerekiyordu. Üstlerine nasıl bir şaşkınlık, budalalık çöküvermişti. Ne yapsalar içlerindeki boşluğun dolmayacağını o zamanlar kaç kişi hissetmişti? Başlarına gelenin, kendileriyle birlikte dünyanın da başına gelenin adını hemen koyamamışlardı, uzun süre karanlıktaydılar. Özellikle ilk zamanlarda ne demek olduğunu tam kavrayamadan yenilgi sözcüğüne sığınmışlardı. Sonra her biri kendi yalnızlığı içinde keskin, dayanılmaz bir acıyla olanı kavramıştı. Artık ne uğruna ölecekleri, ne de yaşayacakları bir şey vardı.”
Yukarıdaki metni, Ayşegül Devecioğlu’nun “Kuma Daireler Çizen” adlı son kitabından, bir siyasi polisiye olan romanından aldım.
1980 öncesi Türkiye ile bugünlerin Türkiye’si bir arada yer alıyor romanda ve bir annenin, kızı cinayet işlemiş bir annenin verdiği mücadele anlatılıyor. Bir iş insanını öldürmüş kızı ve dahası bunu itiraf etmiş. Eskiden devrimci olan eski kocasının bu cinayetteki rolü ne? Öl(dürül)en aslında kim? Yasa dışı bir örgütle ilişkisi olan ölen ile öldüren arasında nasıl bir ilişki var? Anne kızını kurtarmak için kimlere karşı mücadele veriyor?
Devecioğlu’nun ilk polisiye romanı olan bu kitaptaki kurgusu çok başarılı. Romanın katmanlarını aça aça, -belki- tırnaklarıyla kazıya kazıya, acıta acıta ve –hatta- kanata kanata okura sunuyor. Dahası çokça düşündürüyor, sorgulatıyor, annenin verdiği mücadeleyi kıvrak, akıcı ve yalın bir dille anlatırken.
Kitabın sonuna eklediği teşekkür notunda, kafasındaki hikâyeyi polisiye olanaklarıyla anlatmaya karar verdiğinde, hayatın ve memleketin de türlü zorlukları esirgemediğini belirten Devecioğlu “Yaşanan pek çoğu da can yakıcı olayların romanda hangi kılıkta kendini gösterdiğini kitabın yazarı dahil kimse bilemeyecek.” diyor.
Romanı hızla okuyup bitirdiğimde, bende kalan tat kekremsiydi, genzimi yakan. Yüreğimi kaplayan tat ise buruk; anlamlandıramadığım ya da anlamlandırmak istemediğim.
Koleksiyonunda dokuzuncu sırada yer alan bu kitabında okurunu satırlarında, sayfalarında polisiye yazmanın gereklerini de yerine getirerek sürükleyen Devecioğlu, toplumsal mücadelenin -her daim- içinde çok uzun yıllardır. Yazdığı tüm hikâye ve romanlarında, hayata karşı –siyasi- duruşunun etkisi –hep- çok nettir, okuruyla tahlillerini cömertçe paylaşır, okurunu düşünmeye ve sorgulamaya davet eder.
Kitaptan
Perdenin aralık kısmından gökyüzü demeye dilinin varmadığı mat bir leke görünüyordu. Gri, paslı ve kederliydi. Belki de tam olması gerektiği gibiydi. İnsana çıkış yolu bırakmayan yekpare geçirimsiz bir yüzey. Sabah hala uykuyla uyanıklık arasındaki o çok kısa anda hiçbir şey hatırlamamıştı, sonra gerçekle yüz yüze kalmıştı. Mine’nin Terörle Mücadele’de olduğunu duyduğunu andan beri “hiçbir şeyin beklenmediği” zamanda, o bunaltıcı süreğenlikte açılmış gedikte yaşıyordu. Birinin hıçkırıklarla ağladığını duydu. Saçlarının ıslandığını, yastığın yanağının altında........
© Bianet
visit website