Sakarya Meydanı Muharebesi
31 Mart seçimleri bitmiş, mazbatalar alınmıştı. Beni seçeneksiz koyan siyasete kızgınlığımı çarşaf çarşaf pusulalara buseler kondurarak giderdiğimden içim rahattı.
İş çıkışı Sakarya Meydanı’na gittim, sokakla hemzemin sevdiğim bir mekana oturdum. Derken içeri kalabalık bir heyetin girdiğini yan gözle gördüm. Kimlik kontrolü yapmak suretiyle insanların eğlencesine limon sıkma ekibinin geldiğini zannedip çantama uzanırken kafamı kaldırdım. Bir de ne göreyim? CHP Ankara İl Başkanı öncülüğünde kalabalık bir heyetmiş gelen. Önüne gelenle tokalaşıp gülücükler eşliğinde teşekkür ediyorlar.
Pusulayı öptüğümden kimin seçildiğine tam emin olamasam da seçim afişlerinde “Parla Çankaya” yazdığından yeni belediye başkanının adının Parla soyadının Çankaya olduğunu zannediyordum. CHP Ankara İl Başkanı’nın adının Parla olmadığına emindim. İşe yaramaz ayrıntıları kafamda çevirirken heyet yarıldı ve gülümsemeye çabalamaktan yüz kaslarının yorulduğu belli olan yeni belediye başkanı bir adım öne çıktı. Başını sallayarak mekandakilere teşekkür etti, biz de mukabele eder gibi yaptık. Onlar gitti, biz eğlencemize döndük.
Gelen heyet bilmeyebilir, ama biz Sakarya Meydanı için çok mücadele ettik. Ki Çankaya Belediye Başkanlığı binası da oradadır. Gerçi makam katı meydana mı yokuşa mı bakar bilemiyorum. Ama bilenler bilir, o bina SSK İşhanı idi. Eğlence mabedimiz SSK İşhanı’nın dağılıp gitmesi içimizde sızıdır hâlâ.
Güzelimizi kaptırdık, ama küsmedik, direndik. Meydanın ışıklandırmasını azalttılar, tırstık ama geri durmadık. Parke taşlarının toplu isyanında ayağımıza takıldılar, üstümüze su sıçrattılar. Güldük, geçtik. Güven Parkı’ndaki bombalı saldırıdan sonra tehlikeli bölge ilan ettiler; sokak sokak gezip haritada gösterilen her yerde oturduk.
Pandemide direnemeyip düşenler oldu. Güzelim Tavukçu’yu, müdavimi olduğumuz Eskiyeni’yi kaybettik. Bunun acısıyla biz de ayakta kalanlara haftada bir değil, üç defa gittik. Bizi süpürüp ittirmeye çalıştıkları dönemde ilginç yeni mekanlar türedi. Leğende bira yapılan, arada sırada kağıttan konfeti patlatılan, servis yapan kadınların aşırı yüksek topuklu ayakkabı giydikleri yerlerdi. Oraya da girdik, baktık, çıktık. Kıyamet kopmadı.
Nihayetinde zamanında Facebook hesabı olmayanlara, şimdi Facebook hesabı olanlara yapılan muameleyi gördük. Şehrin merkezinde yaşamakta ısrar edenler olarak, İstanbul’dan öğrendiklerimizle bize ait alanların “mutenalaştırılmasına” izin vermedik.
Nasıl mı yaptık? Toplanın, açıklıyorum. Sosyal medyada iç çeken ağlamaklı mesajlar yazmadık. Onun yerine burun kıvrılan neresi varsa gittik, orada oturduk. Esnaftan alışveriş yaptık.
“Ay Sakarya’ya mı gidiyorsunuz” diye çekiştirerek konuşanlara laf yetiştirmedik.
“Oralar kötü mü dediniz? Bayılırım! Ben de kötüyüm, çürüğüm."
"Ah tehlikeli mi dediniz? Hayatta heyecan arıyorum!”
Direne direne tahribatı kısmen durdurduk. Çok büyük mekanlarda, çok büyük bardaklarda köpüklü şerbetli içecekler ile kurabiye satan, tuvaletine kasadan aldığın şifre ile girilen kahveciler açıldı tabii. Mekan sizin, meydan hepimizin olduktan sonra onlar da olsun, neden olmasın?
Hasılı Sakarya Meydanı için çok sessizce ama mübalağa cenk olundu, düşüp ölenler oldu. Ama şimdilerde vaktinde burun kıvıranların, burası öldü deyip kaçanların geri döndüğünü görüyoruz. Eh o da bize yetiyor.
(ÖE/HA)
Sağlamcılığın en temel özelliklerinden biri de engelli kişiyi yok saymaktır. Bu klasik bir yok sayma değildir. Sağlamcı kişi karşısındaki engelliyi olduğu gibi değil de kendi zihninde şekillendirdiği gibi değerlendirir.
Sağlamcılık konusuna hakim olanlar belki bu girişi tebessümle karşılayabilir. Zira sağlamcılığın yok sayma niteliğini herkes bilir. Fakat bu niteliği ayrıca irdelememiz gereken nokta bunun klasik bir yok sayma olmaması.
Zira........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Ellen Ginsberg Simon
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d