'Amerika rüyası'na dair umutlar, hayal kırıklıkları: Gazelle
Filmin en güçlü ve etkileyici tarafı, şüphesiz, başrol oyuncusu Nadir Sarıbacak’ın hikâyeyi baştan sona taşıyan incelikli ve etkileyici performansı. Sarıbacak, oynadığı karakter Yakup’un acısını ve tükenmişliğini derinlemesine bize hissettiren bir ustalıkla sergiliyor.
Son yirmi yılda sinema, siyasi baskılar yüzünden, yurtlarını ve sevdiklerini ardında bırakmak zorunda kalan insanların öykülerine sıkça yer verdi. Gazelle filmi de kızına çok düşkün bir baba ve öğrencileri tarafından çok sevilen müzik öğretmeni Yakup’un, Türkiye’de tutuklanmamak için karısını ve beş yaşındaki kızını geride bırakıp, ABD’ye sığınmanın dokunaklı hikâyesini ele alıyor.
Film, New York'ta bir camide başlar ve burada, imam cemaate halk edebiyatında bilinen ceylanın kıssasını anlatır. İmamın vaazı sürerken, Yakup’un yüzündeki acı dolu ifadeyi ve arka planda duyduğumuz karmaşık sesler üzerinden, onun Türkiye’den Yunanistan’a kalabalık ve yasadışı bir tekneyle yaptığı o korku dolu yolculuğun izlerini derinden hissedebiliyoruz. Yırtıcı hayvanlar ve avcıyla karşı karşıya kalan hamile ceylanın öyküsü, Yakup'un katlandığı aşırı duygusal ve fiziksel zorluklar için güçlü bir metafor görevi görüyor. Bu temel sahne, karakterin içine sürüklendiği trajediyi güçlü bir şekilde başlatıyor.
Sonraki sahne de filmin odak noktası için bir çeşit zemin döşüyor. Yakup, New York'taki çalıştığı kebap lokantasının dar mutfağında, Türkiye’deki okul konseri için, kızına, görüntülü aramayla, "You Are My Sunshine" adlı popüler bir Amerikan halk şarkısının provasını yaptırır. Tıpkı ceylanın hikâyesi gibi, bu halk şarkısı da filmi ustalıkla örüp çerçeveleyerek, Yakup’un evlat özlemini, aynı zamanda o meşhur 'Amerika rüyası'na dair umutlarını ve hayal kırıklıklarını simgesel bir biçimde yansıtır.
Biri kebapçıda olmak üzere, iki işte çalışan Yakup, Levanten bir ülkeden gelen hem güçlü hem de şefkatli bir kadın lokanta sahibinin himayesinde yaşayan, birbirine kenetlenmiş göçmen işçilerin arasında sıcaklık ve teselli bulur. Yakup bu göçmenlere nazaran daha sessiz ve eğitimli varlığıyla ve ailesini New York’a getirmek için gösterdiği bitmek bilmeyen çaba ve sarsılmaz kararlılığıyla öne çıkıyor. Ancak ailesinin iltica süresi için yasal yollar çok yavaş olunca, Yakup'un sabrı azalır ve her geçen gün karanlık bir umutsuzluğa doğru sürüklenir. Son çare olarak, ailesini deniz yoluyla getirmesi için, bir insan kaçakçısı mafyasına bel bağlar. Eğer Yakup’un New York’taki göçmenlik bürosuna gittiğinde önünde büyük bir engel gibi yükselen sarmal merdiven, karakterin içsel yolculuğunu temsil etmek amacıyla bilinçli bir şekilde yerleştirildiyse, bu sinematik bir detay olarak oldukça başarılı.
Filmin en güçlü ve etkileyici tarafı, şüphesiz, başrol oyuncusu Nadir Sarıbacak’ın hikâyeyi baştan sona taşıyan incelikli ve etkileyici performansı. Sarıbacak, oynadığı karakter Yakup’un acısını ve tükenmişliğini derinlemesine bize hissettiren bir ustalıkla sergiliyor. Sarıbacak, filmseverlerin bildiği gibi, Kış Uykusu (Altın Palmiye, Cannes 2014), Ivy (Sundance 2015) ve Leylak (Jüri Özel Mansiyonu, Tribeca 2021) gibi filmlerdeki ödüllü rolleriyle tanınıyor. Kendisi aynı zamanda Antalya Altın Portakal ve İstanbul Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu ödülü kazanmış bir oyuncu.
İkinci başrol oyuncusu Ayhan Hulagu'nun da aralarında bulunduğu oyuncu kadrosu da sağlam performanslar sergiliyor. Filmin küçük ama göze çarpan zayıf noktalarından biri, İngilizce şarkı söylerken yerel bir Amerikalı gibi ses veren beş yaşındaki Türk kızın karakteridir. Bu şarkı, gerçekçilik katmak adına Türkçe aksanıyla söylenebilirdi.
Gazelle Sarıbacak ve (Salman) Samy Pioneer'ın ilk uzun metrajlı filmi. Aynı zamanda filmin kurgusunu da üstlenen Samy Pioneer (Salman), baştan sona tutarlı bir ritim ve sahneler arasında kusursuz bir akış kurmadaki ustalığıyla öne çıkıyor.
Sarıbacak, senaryoyu, Yakup karakterinin Türkiye'den eski öğrencisi ve göçmenlik avukatı ve New York'taki sırdaşı olan Adem'i canlandıran yardımcı oyuncu Ayhan Hulagu ile yazmış. Zaman zaman, filmde kopuk diyaloglar ve doğallıktan uzak replikler de var. Bu küçük zayıf noktalara rağmen, film, sonlarda kızın "You Are My Sunshine" şarkısını söylemesi ve imamın ceylan hakkındaki hikâyeye geri dönmesiyle anlatıyı çok güzel çerçeveleyen bir bütünlük duygusu veriyor. Göçmen arkadaşlar arasındaki birkaç klişe "kebap ve kardeş" muhabbeti gibi Hollywoodvari şakalaşmalar dışında, senaryo oldukça sağlam.
Filmin bir diğer gücü de görüntü yönetmeni Lasse Ulvedal Tolboll'un yarattığı renk paleti ve görsel atmosferde yatıyor. New York'un griliği, Özgürlük Anıtı'nın sis içindeki tasviri, sıkışık kebap mutfağı ve yaşam alanları gibi kapalı yerlerin tasviri, seyirciye bir çeşit çaresizlik ve huzursuzluk duygusu veriyor. Garip bir şekilde, bu dar mekânlar aynı zamanda karakterleri birbirine yakınlaştırıyor ve aralarında derin bir bağ ve samimiyet duygusu doğuruyor.
Gazelle, bir Türk sığınmacının kişisel öyküsünü canlı bir şekilde aktarırken, bir trajediden kaçanların varışlarında başka acılarla yüzleştiği sert gerçekleri de etkileyici biçimde tasvir ediyor. Bununla birlikte, film seyirciyi, mültecilerin ve göçmenlerin hayatlarını zorlaştıran ve dünyadaki daha otoriter ve daha muhafazakâr hükümetlere doğru giden siyasi değişimler üzerinde düşünmeye de sevk ediyor.
Mülteci ve göçmenlere yönelik algıların sıklıkla ırkçı söylemlerle biçimlendiği günümüzde, Gazelle filmi, bu insanların yalnızca iş ve güvenliğe değil, aynı zamanda aileye, sevgiye ve onura duydukları insani ihtiyaçları ve haklarını bize hatırlatıyor.
(NS/AB)
Belgeselin başında karma dövüş sanatları (MMA) klasmanında başarıdan başarıya koşan "Viking" lakaplı Geir Kåre’yi tanıyor, bembeyaz tenli, çevik ve atik vücuduna hayran kalıyoruz.
Derken derinliğini kestiremediği bir su kanalına atladıktan sonra hayatı altüst oluyor, ağır omurilik hasarından dolayı bedeninin göğüs hizasından aşağısı felce uğruyor.
Çocukluğundan itibaren ne kadar hareketli, ne kadar cesur, ne kadar "yaramaz" bir varlık olduğunu amatör aile filmlerinden idrak ettikçe paralize olmasının benliğini ne kadar sarstığını tahmin edebildiğimiz kadar ediyoruz. Üstelik dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu teşhisi konmuş olduğundan derslerinde çoğunlukla muvaffak olamadığını öğreniyor, bir öğretmenin ona "kafasız" demiş olmasından dolayı........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Sabine Sterk
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul