“En iyi onaran şey başka kurban olmaması”
Geçen yıl tüm dünyanın izlediği Pelicot (Mazan tecavüzleri) davası gibi davalarla sarsılan Fransa, cinsel şiddet ve istismar meselesinde eteğindeki taşları dökmeye devam ediyor. 3 Şubat’ta biten bir mahkeme sürecinin odağında bu kez sinema dünyası vardı. Yönetmen Christophe Ruggia’nın Adèle Haenel’i 12-14 yaşları arasında istismar etmekten suçlu bulunduğu dava, 2017’de ABD’de başlayan MeToo hareketinin Fransız sinemasındaki en güçlü dalgası olarak kabul ediliyor. Zira Haenel, Fransa’da yaşadığı tacizi ifşa eden ilk ünlü oyuncu...
Türkiye’de özellikle Alev Almış Bir Genç Kızın Portresi (Céline Sciamma, 2019) filmiyle tanınan, iki César ödüllü genç oyuncu 2023’te “Gidiyorum, greve çıkıyorum. Anlam ve haysiyetin para ve güç arayışından daha öncelikli olduğu yoldaşlarıma katılıyorum,” diyerek sinema kariyerini sonlandırdı. Nedeni sektörün “cinsel saldırılara karşı gösterdiği hoşgörü” ve “ölümcül, ırkçı, ekolojik katliamcı dünya düzeniyle yaptığı işbirliği”. Haenel, film setlerinden bir süredir uzak; ama tiyatro ve dans çalışmalarına devam ediyor. Ruggia’ya 2019’da dava açan Haenel’in ataerkil sistemden tecavüz kültürüne (Rape Culture), çocuk bedeninin sinemada temsilinden kadınların adalet ararken aşağılanmasına kadar pek çok konuyla ilgili ciddi eleştirileri, tespitleri, itirazları, soruları var.
Sanatçı henüz 11 yaşındayken sinema dünyasına adım attı. Okuldan arta kalan zamanlarında tiyatro kurslarına devam eden, judo yapan sıradan bir kız çocuğuydu. Katıldığı bir kasting çekimi deyim yerindeyse hayatını değiştirdi: Sürpriz şekilde gelen başrol, yönetmen Christophe Ruggia’yla tanışma... Haenel’in babasının sözleriyle, yaşadıkları “bir peri masalı, olağanüstü” bir durumdu. Günlüğüne yazdıklarına bakarsak çocuk Adèle’in bakış açısı da farklı değil: “Rüya, ayrıcalık, kalabalığın arasından sıyrılma...” Yönetmenin onda uyandırdığı izlenimi sonraları şu sözlerle de ifade etti Haenel: “Benim için o bir tür stardı, arkasında sinema ve güç olan bir tür Tanrı...”
Burada bir parantez açıp Christophe Ruggia’nın dünyasına göz atmakta fayda var. Kendisi bağımsız Fransız sinemasının temsilcileri arasında gösteriliyor. Aynı zamanda bir aktivist; başta göçmen hakları olmak üzere toplumsal sorunlarda sesini yükselten biri. Ruggia 2000’de ikinci uzun metraj filmi olan, başrollerini Adèle Haenel (Chloé) ve Vincent Rottiers’ye (Joseph) verdiği Les Diables/Şeytanlar'ın hazırlığıyla meşgul. Film, öksüz iki kardeşin ensest aşk hikâyesini anlatıyor. Chloé otistik, dilsiz, fiziksel temas kuramayan bir karakter. Ruggia’nın belirttiği gibi yapım “otizm, çıplaklık, bedeni keşfetme” gibi zor unsurlar barındırıyordu ve bu yüzden 12 ile 14 yaşındaki iki çocukla, çoğu zaman oyuncu koçunu geri plana iterek kendisi ilgilendi.
Hazırlık süreci, çekimler, tanıtım dönemiyle beraber çocuklar neredeyse bir yıl boyunca ailerinden kopuk, Christophe Ruggia’nın hâkimiyetinde yaşadılar. Dönemin set çalışanları şöyle tanımladı yıllar sonra yönetmeni: “Olgunlaşmamış, boğucu, vampirleştirici, çocuklara karşı istilacı, kendini onlarla bir balon içinde izole eden biri...” Bazıları için Ruggia ile onu Noel baba gibi gören çocuklar arasında manipülatif, üstünlük taslayan, tahakküm kuran bir ilişki vardı.
Yönetmen Eylül 2001’de biten çekimlerin ardından ikisini de görmeye devam etti; zengin bir DVD arşivine sahipti ve Les Diables'ın yıldızlarının sinema eğitimini üstlenmiş gibiydi. Haenel 15 yaşına kadar, neredeyse her cumartesi gününü yönetmenin Paris’teki dairesinde geçirdi. Bazen babası onu Ruggia’nın evine bırakıyordu. Ne anne ne de baba 36 yaşındaki Ruggia ile 12 yaşındaki kızlarının bu düzenli buluşmalarından şüphe duydu. Yönetmenin iyi biri olduğunu, Adèle’in film izlediğini, kültürünü geliştirdiğini düşünüyorlardı.
Oysa sanatçı uzun süren sessizliğin ardından 2019’da, Mediapart adlı bağımsız medya kuruluşuna yaşadıklarını başka sözlerle anlattı: “Ben hep kanepede otururdum, o da karşımdaki koltukta. Sonra gelip bana yanaşır, boynumu öper, saçlarımı koklardı. Ben onu iterdim ama yeterli olmazdı, sürekli yer değiştirirdim... Bunun bir aşk hikâyesi olduğunu ve karşılıklı olduğunu, ona borçlu olduğumu, bana verdiği onca şeyden sonra bu aşka ortak olmadığım için lanet bir sürtük olduğumu düşünüyordu. Her seferinde bunun olacağını biliyordum. Gitmek istemiyordum, kendimi sürekli kötü, kirli hissediyordum. O kadar kirliydim ki ölmek istiyordum. Ama gitmek zorundaydım, ona borçlu olduğumu hissediyordum.”
Mediapart muhabiri Marine Turchi, haberini, yedi ay süren bir araştırma sonrasında, Christophe Ruggia’nın eski sevgilisinden filmin set ekibine yaklaşık 30 kişinin tanıklığı ve belgelerle hazırlamıştı. O dönemde Turchi’nin sorularına yanıt vermeyen yönetmen sonrasında yazılı bir açıklamayla savundu kendini. Ama verdiği demeç üzerine savcılık tarafından başlatılan soruşturmadan, üyesi olduğu sinema derneğinden atılmaktan ve nihayet ikisi elektronik kelepçeli olmak üzere dört yıllık hapis ve toplam 35 bin euro’luk para cezasından kaçamadı.
“Ben adalete inanıyorum ama yargı sisteminde de kadına yönelik sistematik bir şiddet söz konusu. Ne yaptı, ne giyindi, ne içti sorularıyla kadınlar küçük düşürülüyorlar. Şikayetler çoğunlukla takipsizlikle sonuçlanıyor,” diyen Haenel, Mediapart’taki açıklamalarından sonra, bireysel olarak da yönetmen hakkında şikayette bulundu. Institut des Politiques Publiques’in gerçekleştirdiği bir araştırma, adalet sistemi üzerine eleştirisini doğrulayan veriler içeriyor: Ülkede 2012-2021 arasında kovuşturmaya gerek görülmeyen şikayetlerin oranı cinsel şiddet........
© Bianet
