menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Moto kuryelerin ekim isyanı

11 30
28.10.2025

Türkiye’nin birçok kentinde moto kuryeler 7-26 Ekim tarihlerinde eylemdeydi.

Trendyol GO, Yemeksepeti, Fiyuu ve Tıkla Gelsin kuryeleri; düşük ücretlere, artan giderlere ve sistemsel baskılara karşı yollara döküldü.

Denizli’den Konya’ya, İstanbul’dan Diyarbakır’a, Van’a yayılan bu dalga, yalnızca bir öfke patlaması değil; dijital çağın en güvencesiz işçilerinin ortak bir isyanıydı.[1]

Bu eylemleri anlamak için biraz geriye, yaz aylarına dönmek gerekiyor. Tıpkı diğer emekçiler gibi kuryeler de enflasyon ve hayat pahalılığına karşı temmuzda bir ‘ara zam’ bekliyordu. Ancak beklentinin yerini kesintiler aldı. İlgili bakanlıkların ‘kayıt dışılıkla mücadele’ gerekçesiyle P1* belgesini eğitim vermeden, para karşılığı satması da tepki çekti.

Vigo, Getir, Trendyol, Migros Paket Taksi ve Yemeksepeti gibi platformlar, birbiri ardına kazançları düşüren sistemsel güncellemeler yaptı: Paket başı ücretlerde kesintiler, bonusların kaldırılması, baremlerle oynamalar, algoritmanın yeniden düzenlenmesi…[2] Bunların hepsi, zaten artan maliyetler altında ezilen kuryelerin gelirlerini daha da düşürdü.

Geçinemeyen, uzun mesailerle ayakta kalmaya çalışan kuryeler için bu durum artık bir ‘sistem meselesi’ haline geldi. Ekimde patlak veren eylemler, tek bir şirketin değil, bütün platform ekonomisinin içsel krizinin yansımasıydı. Çünkü kuryelerin yaşadığı sorunlar birbirinin kopyasıydı: Gelirler düşüyor, giderler artıyor, sistem her geçen gün daha fazla baskı üretiyor, ‘sözde iş ortakları’ denilen kuryelere söz hakkı tanınmıyordu.

Patronlar ‘maç devam ederken’ sürekli kuralları değiştiriyor; hükümet yetkilileri kuryelerin kazandığı üç kuruşu didik didik ederken şirketleri denetlemiyor. Bu sırada kuryeler site, rezidans ve AVM kapılarında bekletiliyor; ağır siparişleri yüzlerce metre elde taşımaya, kimi zaman çöp asansörlerine binmeye zorlanıyor. Bir yanda ‘müşteri memnuniyeti’, diğer yanda ikinci sınıf insan muamelesi… Kuryelerin öfkesi tam da bu eşitsizlikten doğuyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Haziran 2024 açıklamasına göre 126 bin moto kurye ‘esnaf kurye’ olarak çalışıyor. Son bir yılda bu sayı çok daha fazla arttı. Kâğıt üzerinde herkes ‘kendi işinin patronu’. Ama gerçekte, algoritmaların ve tek taraflı sözleşmelerin içinde sıkışmış, her an kaza ve ölüm riskiyle çalışan işçilerden ibaretler.

‘Esnaf’ adı altında işçi statüsünden çıkarılan bu insanlar ne sendikalaşma hakkına sahip ne de iş güvencesine. Her şey kendi ceplerinden: Motor, yakıt, ekipman, sigorta, vergi, tamir, muhasebe… Ama çalışma biçimleri tamamen şirketin dijital sistemine bağlı. Bir pakete ne kadar ödeneceğine, hangi bölgeden sipariş alacaklarına, her sipariş için kaç kilometre yol gideceklerine kadar her şey bir uygulamanın algoritması tarafından belirleniyor. ‘Canlı destek’e, süpervizörlere, şeflere ulaşmakta zorlanan kuryeler ulaştıklarında da çözüm bulamıyor.

Kuryeler sahada bağımsız değil; dijital panellerin gözetiminde, görünmez bir patronun emirleriyle çalışıyor. İşletme ve müşteri mobbingi, trafikte karşılaşılan tehlikeler, dinlenme alanlarının bile olmaması bu sistemin sessiz parçaları.

Bu nedenle ekim ayındaki eylemler yalnızca düşük ücret protestosu değil; iradesizleştirmeye, muhatapsızlığa ve güvencesizliğe karşı da bir itiraz anlamı taşıyor. Eylemlerde dile getirilen “Köle değil, kuryeyiz” sözü bu tabloyu çarpıcı biçimde özetliyor. Birçok şehirde farklı markalara bağlı kuryelerin aynı anda harekete geçmesi, sistemin bütününde biriken rahatsızlığın dışavurumu.

Bu eylemlerin tamamı kendi hesabına çalışan kuryeler tarafından gerçekleştirildi. Yani ‘kendi işinin patronu’ olarak tanıtılan ama aslında ne çalışma saatine ne kazancına söz hakkı olan ‘esnaf kuryeler’ tarafından.

Bu model, kapitalizmin en modern ve sofistike sömürü biçimlerinden biri haline geldi. Patron, işçiyle bağını hukuken koparıyor ama denetimini teknolojik olarak sürdürüyor.

Sonuç; sendikasız, güvencesiz, uzun saatler (12-14 ve bazen 16 saat) çalışan bir işçi kitlesi. Formel örgütlenmelere katıl(a)mayan, sosyalleşmeye bile vakti olmayan, sürekli ‘çevrimiçi’ kalmak zorunda bırakılan insanlar.

Ama aynı dijital sistem, onların direniş alanına da dönüştü. Kuryeler WhatsApp grupları, Telegram kanalları ve sosyal medya sayfaları aracılığıyla bir araya gelmeye, seslerini duyurmaya başladılar. Bu ağlar artık bir tür ‘dijital dayanışma hattı’ işlevi görüyor.[3] Başkanı ve merkezi olmayan adeta ‘dijital bir sendika’ gibi… Kuryeler, güvencesiz ve esnek çalışmanın sömürüsüne, esnek örgütlenme biçimleriyle karşılık veriyor. Eylemler, bu dayanışmanın ne kadar hızlı büyüyebildiğini gösterdiği gibi Denizli’deki bir sloganın ertesi gün İstanbul’da yankılanmasına da imkân veriyor.

Kuryeler bir yandan gruplarda, kurye haber sayfalarındaki tartışma forumlarında bir araya gelip tartışıyor, diğer yandan sokakta da yan yana geliyor. Bir yanda park ve depo önlerinde düzenlenen toplantılar, diğer yanda kontak kapatma, motosiklet konvoyları, firma logolu yeleklerin ve punchların yakıldığı protestolar, pankartlı sürüşler… Kuryeler üretim araçlarını bir protesto aracına dönüştürüyor. Motosikletlerin üzerine “Kuryeler şu anda eylem yaptığı için teslimat yapamamaktadır. Haklarını aldıktan sonra tekrar deneyiniz”, “Emek bizim, risk bizim, kâr onların”, “Motor, masraf benim, kazanan kim?” gibi cümleler yazılıyor.

Bu eylem biçimleri, klasik sendikal yöntemlerin ötesinde, sahada doğan yeni bir protesto kültürünü işaret ediyor: Örgütsüz ama örgütlü, dağınık ama ortak bir dil kurabilen bir işçi hareketi.

Eylemler büyüdükçe şirketlerin tavrı da sertleşti. Birçok kurye, WhatsApp gruplarındaki yazışmalar ya da sosyal medyadaki paylaşımları gerekçe gösterilerek........

© Bianet