Venezuela geriliminin arka planı: Uyuşturucu mu, hegemonya mı?
Son bir aydır Güney Amerika, her geçen gün artan askeri bir gerilime sahne oluyor. ABD ordusu ‘uyuşturucu ile mücadele’ adı altında filolarını Venezuela açıklarına konuşlandırdı.
Beyaz Saray, Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro’yu ise ‘uyuşturucu karteli lideri’ olarak tanımladı ve başına ödül koydu1.
Son olarak Trump, Birleşmiş Milletler (BM) kürsüsünden yaptığı açıklamada "Son zamanlarda, Nicolas Maduro liderliğindeki Venezuela teröristlerini ve kaçakçılık ağlarını yok etmek için ABD ordusunun gücünü kullanmaya başladık. Sizi yok edeceğiz" ifadelerini kullandı2.
Uzun yıllardır ABD öncülüğünde uygulanan ekonomik yaptırımlarla mücadele eden petrol zengini Venezuela’da gerilim artarken meselenin sadece ‘uyuşturucu kaçakçılığı’ ile ilgili olduğunu düşünmek çok kolay değil. Savaş uçaklarının, denizaltıların, destroyerlerin dahil olduğu, ‘sınır ötesi harekatların’ konuşulduğu bir gündem ‘uyuşturucu ile mücadeleden’ çok ‘savaş hazırlığını’ çağrıştırıyor.
Geçtiğimiz hafta Venezuela Komünist Partisi (VKP) Merkez Komitesi Siyasi Büro üyesi Neirlay Andrade ile konuştuğumuzda kendisi bize ‘ABD’nin Venezuela’ya yönelik son saldırısının, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadeleyle hiçbir ilgisi olmadığını’ söylemişti: “Bu, ‘Monroe Doktrini3’ mantığı altında ilerleyen ve Latin Amerika-Karayipler üzerindeki emperyalist kontrol ve egemenlik politikasının yeni bir aşamasıdır. Bu politikayla tarihsel olarak halklarımız askeri müdahalelerle, dayatmacı diktatörlüklerle, ekonomik ablukalarla karşı karşıya kaldı.4”
Ardından Andrade, benzer bir şekilde ABD’nin Venezuela’nın batı komşusunda güttüğü ‘Plan Kolombiya’ politikasını hatırlatmıştı.
Plan Kolombiya, ABD'nin Latin Amerika’daki askeri varlığını ve nüfuzunu artırmak, bölgesel kaynakları kontrol etmek için uyuşturucuyla mücadeleyi bahane olarak kullandığı bir müdahale planıydı. Kolombiya’daki iç çatışmayı şiddetlendirerek toplumsal hareketleri bastırdı ve ülkenin bağımlılığını derinleştirdi.
Söyleşinin kapsamını aştığı için Plan Kolombiya’dan ayrıntılı bir şekilde bahsedemedik. Ancak bugünün Venezuela gündemini daha iyi anlamak için mutlaka Plan Kolombiya’nın ne olduğu ve nelere yol açtığını incelemeliyiz.
**
Latin Amerika’yı uzun bir süredir kendi ‘arka bahçesi’ olarak gören ABD’nin bölgede tarihsel olarak en güçlü nüfuz sahibi olduğu ülkelerin belki de başında Kolombiya geliyor. 20. Yüzyıl boyunca Vaşington’un Kolombiya’da başta toprak reformu olmak üzere muhalif taleplerle yükselen toplumsal hareketlere karşı daima askeri darbe ve paramiliter güçler kartını masaya koyduğu bir sır değil.
Uyuşturucu ile mücadele adı altında yapılan ‘Plan Kolombiya’yı da bu müdahalelerden ayrı düşünemeyiz. ABD’nin Eski Devlet Başkanı Bill Clinton döneminde gündeme gelen anlaşmanın kapsamı uyuşturucu üretimi ile mücadeleye askeri bir eksen sunar. Ancak FARC ve ELN gibi kırsalda kapsamlı bir toprak reformu için mücadele gerilla gruplarının da etkinliğini önlemeyi amaçlar.
Şubat 2000’de imzalanan anlaşma kapsamında ABD, Kolombiya ordusuna ait bir dizi üsse konuşlanma hakkı elde eder. Böylece ABD zaten hali hazırda Kolombiya’daki askeri etkinliğini daha da arttırır. ABD üslerinin varlığı, Kolombiya Anayasası’nı bypass edebilmek için kağıt üzerine ‘ortak kullanım’ olarak geçer. Dolayısıyla net rakamlara ulaşmak mümkün değil. Kolombiya Hükümeti de bu anlaşma karşılığında milyarlarca dolar mali yardım alır.
Plan Kolombiya benzeri anlaşmalar daha sonraki hükümetlerce de tekrarlanır. Ancak yinelenen planlar ABD stratejisinin başarıya ulaştığı anlamına gelmiyor.
Uyuşturucudan başlamak gerekirse eğer yetkililer, ‘Plan Kolombiya’ ile başlayan süreçte koka üretimi yapılan 1,6 milyon hektarlık alandan daha çok bir alanın havadan fümigasyon uygulanarak yok edildiğini belirtiyor. Yalnız bu fümigasyon işleminde ot öldürücü glifosat kullanıldığı biliniyor ve Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre uygulanan glifosat kansorejen içerdiği için Kolombiya nüfusunu hayati bir tehlikeye sokar. Ayrıca yetkililere göre,........
© Bianet
