menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Madımak’ın evveli var

15 1
saturday

Afganistan’da 1978’de yapılan devrimi bir takım reformlar takip etti. Kadınların örgütlenmesi, kadın hakları için mücadele daha güçlendi. Toprak reformu ile topraksız köylülere toprak verildi. Eğitim ve sağlık alanlarında yapılan düzenlemeler ile her ikisine erişim kolaylaştırıldı. Kız çocuklarının eğitime daha çok ulaşabilmesi hedeflendi. Reformlar toplumsal hayatı olumlu etkilemiş olmasına rağmen yeterince hayata geçirilemedi.

ABD’nin emperyalist çıkarları açısından Asya önemliydi. Sovyetler Birliği’nin burnun dibindeki Afganistan demokratik cumhuriyet rejimi hedefiyle yeni bir yola koyulmuşken, bir de Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler içindeyken bu durum ABD’nin keyfini kaçırıp dikkatini oraya yoğunlaştırmasına neden oluyordu.

Aralık 1979’da itibaren Sovyetler Birliği’nin Afganistan’a girmesi, siyasi açıdan etki alanını genişletmesi, devrimle başa gelen iktidarın gerici güçleri zayıflatan reformlar yapması ABD açısından kaygı vericiydi. Bu nedenle resmen Carter Doktrini olarak ilan edilen, kamuoyunda “Yeşil Kuşak” adıyla bilinen antikomünist stratejisini devreye soktu.

ABD’nin emperyalist çıkarları için Orta Doğu ve Asya’daki varlığını güçlendirmesi gerekiyordu. Sovyetler Birliği ile Orta Doğu ve Asya’da yürüttüğü komünizm karşıtı mücadelenin arkasında bu nedenler bulunmaktaydı.

ABD bölgeye İslam dini üzerinden girmeyi planladı ve bunun stratejisi olan Yeşil Kuşak Projesini devreye soktu. Pakistan’da ve Afganistan’da 43 farklı ülkeden topladığı cihatçı erkeklere yıllarca silah eğitim verdi. 1982’den 1992’ye dek 35 bin cihadist Afganistan ve Pakistan’daki kamplarda, medreselerde buluşturuldu, yan yana getirildi, örgütlenmeleri için olanak ve destek sağlandı.

Farklı ülkelerden gelen cihatçıların aralarında kurdukları iletişim ağları daha sonra dünyanın başına bela olacak radikal İslamcı cihadist çeteler ve örgütler kurmalarına neden olacaktı.

Tahminlere göre bu dönemde 100 binden fazla radikal unsur Pakistan ve Afganistan’a giderek ABD’nin kontrolü altında antikomünist mücadeleye katıldı. Demokratik Afganistan Cumhuriyeti’nin yerine mücahitlerin kurduğu radikal İslamcı Afganistan kurulur. Artık lafta ABD karşıtı olsa da pratikte ABD’nin çıkarları için ve onun stratejisi doğrultusunda savaşan on binlerce Radikal Müslüman savaşçı vardı.

ABD’nin Yeşil Kuşak Projesi nedeniyle sadece Afganistan radikal İslamcılar tarafından yaşanamaz bir cehenneme (en çok da kadınlar açısından) dönüştürülmekle kalmadı, özellikle Orta Doğu bugünlere dek gelen savaşların, katliamların yaşandığı bölge olmaya devam etti. Afganistan’daki cihadist gruplar, El Kaide, IŞID, Suriye’deki HTŞ gibi radikal İslamcı örgütler ABD ve Batı’nın stratejileri ile desteklenerek güçlendirilmiş, kimi örgütler de bizzat ABD tarafından kurulmuş ya da kurdurulmuştu.

Soğuk Savaş döneminde ABD, İslam’ı bir araç olarak Sovyetler Birliğine karşı kullanma planını geniş bir coğrafyada devreye soktu. ABD’nin bu stratejisi Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından da döneme ve ihtiyaçlara uygun olarak, farklı adlandırmalarla sürdürüldü. Hala da devam etmekte.

ABD’nin Orta Doğu ve Asya’da sömürgeci çıkarları için Soğuk Savaş döneminde İslam’ı araçsallaştırması stratejisinde Türkiye’deki İslamcı yapılar ve unsular da etkili şekilde görev aldı. Bunun önemli bir nedeni Türkiye’nin NATO üyesi olması idi. Diğer neden Türkiye’nin coğrafi konumu ve yanı sıra nüfusunun çoğunun Müslüman olmasıydı. Bir diğer önemli gerekçe ise Türkiye’deki İslamcı örgütlerin ve yapıların bölgedeki diğer İslamcı gruplarla aralarında bağların, etkileşimlerin olmasıdır. Böylece ABD kendisinin giremediği, etkileyemediği grupları etkilemesi için Türkiyeli İslamcıları kullanıyordu.

Fethullah Gülen başta olmak üzere siyasal İslamcı gelenekten gelen ya da gelmeyen siyasi birçok parti başkanı ve lideri Yeşil Kuşak Projesi’nde ABD emperyalizminin çıkarları için çalıştılar.

Yine iktidarları döneminde İsrail ile en çok siyasi ve ticari antlaşmaları siyasal İslamcı iktidarların yaptığı sır değil.

Bu tutum bugün de devam etmekte. Siyasal İslamcılar için İsrail ile ticaret Gazze’nin yok edilmesi pahasına kârlı bir iş. Necmettin Erbakan’dan devamcılarına dek Yeşil Kuşak Projesi’nden destek alarak büyüyen İslamcı çevreler, tarikatlar az sayıda değil ve aktif olarak politikanın içinde gizli-açık çeşitli formlara bürünerek yer almaya devam ediyor.

Misyonunu tamamlayan Yeşil Kuşak Projesi 1990’lı yıllardan itibaren bir yandan yeni cihatçı örgütler oluşturularak, öte yandan Ilımlı İslam formuna dönüştürülerek yine ABD’nin Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Asya’daki çıkarları için şekillendirildi.

1990’lı yıllarda öne çıkartılarak yerellerde iktidara getirilen Refah Partisi “Adil düzen” sloganı ile Ilımlı İslam’ın en güzel örneğini sergiliyordu. Cihatçı, eli silahlı, ürkütücü siyasal İslam gitmiş, yerine yumuşatılmış, “ılımlılaştırılmış” İslam konmuştu.

Erbakan’ın Refah Partisi’nden istediği performansı alamayan ABD, Recep Tayip Erdoğan ve arkadaşlarına emperyalizmin, sermayenin, patriarkanın çıkarlarını daha iyi savunacak parti olan AKP’yi kurdurdu. AKP İslam toplumunu batı kapitalizmine daha fazla entegre etmeyi hedefleyen Ilımlı İslam Projesi’nin en başarılı uygulayıcılarından biri oldu, oluyor.

Gerek Erdoğan ve ekibi gerek son süreçteki koalisyon ortağı Devlet Bahçeli’nin MHP’si, ABD’nin SSCB’ye karşı oluşturduğu Yeşil Kuşak Projesi kapsamında oluşturduğu, desteklediği siyasal güçlerin devamcıları. Hem Erdoğan hem Bahçeli 1950-60’larda Yeşil Kuşak Projesi kapsamında oluşturulan “Komünizmle Mücadele Derneklerinin” tedrisatından geçmiş siyasetçilerdir.

Kurucuları arasında Recai Kutan, Fethullah Gülen, Cemal Gürsel, Adnan Menderes, Celal Bayar, Süleyman Demirel ve Turgut Özal gibi isimlerinde olduğu Komünizmle Mücadele Dernekleri ve Milli Türk Talebeler Birliği daha sonrasında CIA’nın paramiliter örgütü olan Gladio’nun parçası olan “Ülkücü Komando Kampları”nda binlerce Türkçü-İslamcı paramiliter çeteyi yetiştirdi.

2 Temmuz 1993 yılında Sivas’ta yapılacak olan Pir Sultan Abdal etkinliğinde Aziz Nesin üzerinden kurgulanan katliamda kullanılanlar Yeşil Kuşak’tan Ilımlı İslam’a ve ülkücü çetelere dek ABD tarafından eğitilen, donatılan, hazırlanan Türkçü-İslamcı çetelerdi. Madımak oteli önünde toplanan güruhun içindekilerin kullandığı siyasi işaretler aynı çetelerin otelin önüne yığdırıldıklarına işaret ediyordu.

Madımak katliamı, Türkçü-İslamcı çetelere ortaklaşa yaptırılan ilk katliam değildi. Günlerce süren Maraş katliamı da aynı siyasi çevrelere yaptırılan bir diğer katliamdır.

1960’lı yıllardan itibaren eğitilen ülkücü faşistler ve 1990’lı yıllardan bugüne desteklenerek iktidara getirilen siyasal İslamcılar on yıldır ikisi bir arada formunda iktidar ortağı yapıldı. Bölgede önemli değişimlerin, gelişmelerin yaşandığı son yıllarda ABD’nin bölgedeki emperyalist çıkarları için onunla işbirliği halindeki Türkçü-İslamcılara bir kez daha önemli görevler düşmüş durumda.

Suriye’nin savaşa sokulmasında sorumluluğu bulunan AKP, bugün de yine Suriye’nin şekillendirilmesinde etkili olmak için türlü taklalar atmakta. Kürtlerin ufacık kazanımları olmasın diye yıllardır her türlü desteği sunduğu katliamcı HTŞ ve ÖSO çeteleri üzerinden sürece müdahale etmeye çalışmakta.

AKP/MHP iktidarı Suriye’de Alevilere yönelik HTŞ’nin yaptığı katliamlara en hafif haliyle göz yumuyor, susarak destekliyor. Suriye’de Alevi düşmanı HTŞ’nin iktidarına arka çıkıyor.

HTŞ’nin Alevi toplumuna ve özellikle Alevi kadınlara yönelik saldırıları ne yazık ki arkasındaki güçlerin desteği, emperyalistlerin çıkarları nedeniyle dünya kamuoyunca yeterince gündeme getirilmiyor, tepki almıyor. Siyasal İslamcı erkeklerden oluşan çetelerin çocuklara, Alevi kadınlara yönelik vahşi saldırıları, öldürme, kaçırma, cinsel saldırı, tecavüz ve tehditlerin hala devam etmesinin nedeni bu destekler.

Söz konusu Batı’nın çıkarları olunca insan yaşamı, kadın hakları, insan hakları buharlaşıyor. Sivas’ta Madımak’ta yakanlar, Suriye’de Alevileri öldürmekten, kaçırmaktan, fidye istemekten, mala çökmekten, kadınların kazanılmış haklarına saldırmaktan geri durmuyor.

Bitirirken şu basit soruyu sormak önemli. “Ilımı İslam” kim için ılımlı, kimlere dost? Sermayeye ve patriarkaya ılımlı ve dost.

“Ilımlı İslam” kimlere radikal olarak karşı ve düşman? Alevilere, kadınlara, LGBTİ lara, devrimcilere, kaderini tayin hakkını kullanmak isteyen Kürtlere, demokratlara, çevrecilere.

Ülkede yüzyıl sonra birçok alanda yenilenme ihtimali oluşuyorken eşit yurttaşlıktan, emeğin hakkına ve Alevifobiden homofobiye/transfobiye, tekçi, baskıcı, özgürlükler karşıtı cumhuriyetten özgürlükçü cumhuriyete geçebilmenin koşullarını hep beraber oluşturmak, olgunlaştırmak için mücadele etmek zorundayız. Türk-İslamcı cumhuriyete karşı özgürlükçü ve demokratik cumhuriyeti kurmak için umudu büyütmek bizlerin ellerinde ve biliyoruz ki umut biziz.

(HA)

Kaderin kesin çizgilerle belirlenmiş olduğu ya da olmadığı üzerine, başka bir ifade ile özgür irademizle değiştirmeye muktedir olduğumuz bir olgu olup olmadığı konusu üzerinde düşünmemiş insan sayısı azdır.

Din ve felsefe tarihi açısından son derece tartışmalı bir konu olan kader, bir diğer ifade ile yazgı, üzerine daha çok düşünülecek, felsefi, dini, kültürel pek çok fikir üretilecek. Kader olgusu çok önemli bir tartışma konusu.

Kötümser bir bakış açısına sahip gibi görünen Yunan dinine göre insan, varoluşu gereği gelip geçicidir ve dertlerle yüklüdür. Homeros insanı "rüzgarın yere döktüğü yapraklar"a benzetir.

Milattan önce 7. yüzyılda yaşamış olan Yunanlı şair Mimnermos "Zeus'un başına bin bir bela sarmadığı tek bir insan yoktur” ifadesini kullanarak yoksulluk, yaşlılık, yas, hastalık gibi kötülüklerden bahseder.

Yine milattan önce 7. yüzyılda yaşadığı düşünülen Semonides'e göre insanlar sürü hayvanı gibi yaşayan, Tanrı'nın kendilerini yazgısına hangi yoldan götüreceğini bilmeyen bir günlük yaratıklardır. Bir anne dindarlığına karşılık Apollon'a iki çocuğunu gücünün yettiği en büyük bağışla ödüllendirmesi için yakarır. Tanrı duayı kabul eder ve çocuklar o anda hiç acı çekmeden ölür. Artık acı çekmeyecek olan çocuklar en büyük tanrısal yardıma mazhar olmuşlardır.

Milattan önce 4. yüzyılda Antik Yunan'da yaşamış şair Pindoras, Megaralı (Yunanistan'ın Attike bölgesinde bulunan antik bir kent) şair Theognis ve Antik Yunanın en büyük üç tragedya yazarından biri olan Sofokles, hiç doğmamanın ya da bir kez doğduktan sonra olabildiğince çabuk ölmenin, yaşanabilecek en iyi yazgı olduğunu öne sürerler. [1]

Bu kötümser bakıştan sadece yaşayanlar değil ölmüş olanlarda nasibini alır. Ölüm tam anlamı ile bir yok oluş olmadığı için ölmüş olanlar da acıdan kurtulamazlar. Antik Yunan edebiyatının temel eserleri olan........

© Bianet