menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yalnız değilsin: Sinema salonu şahit

10 24
saturday

Uluslararası Kadın Filmleri Festivali bu yıl 28. kez düzenlendi. Sloganı çok şey söylüyordu:
“Benzersiz kadınlar, benzersiz hikâyeler.”

Öyle gerçekten, kadınlar benzersiz. Ve hikâyeleri de... Ama bir noktadan sonra, ne yazık ki, aynı duvara çarpıyorlar:
Erkek egemen akıl, sistematik eşitsizlik, bastırılan hayaller, bitmeyen mücadele...

Ankara’da 27 Mayıs’ta başlayan festival 4 Haziran’a kadar sürüyor. Şu yazıyı yazdığım saatlerde gösterimler, söyleşiler, karşılaşmalar hâlâ devam ediyor. İkinci günün ardından Ankara’dan ayrıldım, rutin işlere dönmek üzere İstanbul’dayım, maalesef :) Sanatla ruhumuzu kısa süre iyileştirdik, şifalandık, gündemin ortasına düştük...

Festivalden izleyene en azından bana kalansa sadece filmler değil. Bu festivalde, aslında festivallerin bir direniş, bir hatırlama, bir dayanışma alanı da hatırladım.

Mesela, Etimesgut Belediyesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen, yapımcı Zeynep Atakan’ın moderatörlüğünü yaptığı söyleşi gecesi, adeta bir “kadın hafızası arşivi”ne dönüştü. Türkiye sinemasının kıymetli kadınları sahnedeydi: Bennu Yıldırımlar, Biket İlhan, Burcu Kara, Ece Dizdar, Eylem Kaftan, Harika Uygur, Lale Mansur, Şenay Gürler ve Ümran Safter.

Kendi hayatlarını birer başarı öyküsü gibi değil, birer insanlık anlatısı olarak paylaştılar.

Örneğin ünlü oyuncu Burcu Kara çocukluğundan beri oyuncu olmak istiyordu ama ailesi öğretmendi, hayallere değil “garantili meslek”lere inanıyorlardı. Ekonomi okudu. Ama durmadı:

“Elimde valizle geldim. Gece çalıştım, gündüz çalıştım. 30 yaşımda oyunculuk okumaya başladım. Kendimi yetiştirmeye çalıştım. Bugün beğeniliyorsam, ne mutlu bana.”

Yapımcı Yönetmen Biket İlhan bir cümleyle kapıları açtı:

“İnsan her yaşta her şeye başlayabilir.”
Bu cümle, festivalin özeti gibi: Cesaretin yaşı olmaz.

Ve başka bir oyuncu Şenay Gürler… Hayatın yüküne rağmen ayakta kalmış bir kadının sesi gibiydi:

“Güzel sanatlar akademisine gitmek istedim. Babam karşı çıktı, beni evlendirdi. Çocuğum bir buçuk yaşındayken ayrıldım. Zor bir dönemdi. Ama çocuğumla birlikte üniversiteye girdim. Bugün kızımla mutluyum. Kadınların yaşadığı şeyler birbirine benzer. Genellikle engeller erkekler tarafından çıkar. ‘Ahlak’ diyorlar, ‘kadınlık’ diyorlar. Mücadele ettikçe katılaşıyorsun ama hassasiyetini kaybetmemek gerekiyor. Ben hayata makas attım.”

Hayata makas atmak…Kimilerinin hayatının sloganı olabilir…

Lale Mansur da “Bir şansım daha olsaydı hukuk okuyup Silivri Cezaevi’ndeki Osman Kavala’yı tüm arkadaşlarımızı ziyaret ederdim. Arkadaşlarımız hukuksuz bir şekilde tutuklu” dedi.

Ceylan Özgün Özçelik’in “10 Saniye” filmi ise bambaşka bir yerden vurdu. Narin bir atmosferle başlayıp seyirciyi ters köşeye yatıran bir güçle ilerliyor. Film boyunca salon nefesini tuttu, sonra sessizliği alkışlar böldü.

Festivalin ilk günü izlediğim kısa filmler seçkisi hâlâ zihnimde. Her biri farklı, her biri özgün. Hepsi bir kadına, bir hayale, bir gerçekliğe dokunuyordu.

Ece Dizdar’ın “Mükemmel” filmi özellikle çarpıcıydı.

Filmin yapımcılığını M. Tayfur Aydın, ortak yapımcılığını Ece Dizdar üstleniyor. Görüntü yönetmenliğini Eyüp Boz, sanat yönetmenliğini Aybüke Karakurum, kurgusunu Selda Taşkın, müziklerini ise Ayberk Konca üstleniyor. Oyuncu kadrosunda Özlem Öçalmaz, Serdar Orçin ve Ayşenil Şamlıoğlu yer alırken, bebek rolünde Özlem Öçalmaz’ın yenidoğan bebeği Bilge Yıldız kamera karşısında.

“Mükemmel”, yeni doğum yapmış bir kadın olan Azra’nın hikâyesine odaklanıyor. Azra, bir yandan çevresinden gelen geleneksel baskılara karşı oğlunu sünnet ettirmemek için mücadele ederken, diğer yandan lohusalığın derinleştirdiği sezgisel içgüdülerle bedenin doğallığını, yaratılmış olanın bütünlüğünü sorguluyor.

Hemen baştan söylelim, "annelik" duyunca öyle naif bir film sanmadın. Bir kere “Mükemmel”, naif bir film değil. Aksine, oldukça sarsıcı, rahatsız edici ama tam da bu yönüyle etkileyici.

Türkiye için zamanlaması çok yerinde ve aynı zamanda ciddi bir cesaret örneği. Çünkü kolay kolay konuşulmayan bir konuyu erkeklerin sünnet meselesini sinemanın diliyle tartışmaya açıyor.

“Mükemmel”, yalnızca bir kısa film değil; bir anne çığlığı, bir beden politikası, bir yüzleşme. Eğer bir gün karşınıza çıkarsa, mutlaka izleyin. Sadece bir film değil; bir sorgulama, bir direnç ve bir anlatı biçimi olarak iz bırakıyor.
Kaçırmayın.

Ve diğerleri:
“Dilan Hakkında Konuşmalıyız” Umut Şilan Oğurlu
“İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” Esra Yıldız
“Kabuk” Sema Güler

“Stêrka Li Ser Xetê” Berivan Saruhan
Hepsi kadınlara dair, kadınlardan çıkan filmler. Her biri izleyiciye yalnız olmadığını, sözünün değerli olduğunu hatırlattı.

Şöyle bir tahminim var. Bugün yalnızca birer cümlede geçen o filmlerin ve o kadınların isimlerini önümüzdeki yıllarda çok daha fazla duyacağız. Her biri sadece kendi hayatının değil, başkalarının hayatının da yükünü taşıyan, yolunu aydınlatan kadınlar.

Festivalin sloganı gibi hakikaten her biri benzersiz. Bence sadece benzersiz oldukları için değil, başka kadınların yüreğine dokundukları, onlara cesaret verdikleri, yalnız olmadıklarını hatırlattıkları için kıymetliler. Salondan yükselen alkışlar, hele İstanbul Sözleşmesi'nin anlatıldığı Esra Yıldız'ın yönetmenliğindeki film sırasındaki gözyaşları bunun kanıtı.

Eğer yollarınız bu filmlerle bir yerde kesişirse, sakın geçip gitmeyin.
Mutlaka izleyin.
Bu kadınları ve anlattıkları hikâyeleri gözünüzün, kulağınızın, kalbinizin bir köşesinde tutun. Çünkü sinema bazen sadece perdeye değil, hayata da ışık tutar.

Festival düzenlemek zordur. Hele ki sinema gibi duyguya, emeğe, inceliklere dayalı bir alanda. Ama festival boyunca karşımıza çıkan o gülen yüzlü ekip, en ufak detayı bile düşünerek, izleyiciye bir film değil, bir deneyim sundu. Salona girerken sizi karşılayan gönüllülerden, film sonrası soruları sabırla yanıtlayan ekibe kadar herkes işini sevgiyle yapıyordu. O sevgi, salondan çıkarken izleyicilerin yüzündeki ışıltıya yansımıştı.

Ankaralı izleyiciler de bu festivali sahiplendi. Salondan kimse kopmadı. Filmler kadar, filmlerin yarattığı sorular da içimizde kaldı. Ve belki de en kıymetlisi buydu: Dokunan bir şeyin izi uzun sürüyor.

Bu festival yalnızca bir sinema buluşması değil, kadınların hayata makas attığı, hikâyelerini birbirine değdirdiği, bir kez daha “biz buradayız” dediği kolektif bir hatırlama anıydı.

Ve bir notla bitireyim…

Benzersiz kadınlar, kendi yolunu açıyorlar...

Yolunu açan festivallere, yolunu açan kadınlara selam olsun…

“Benzersiz Kadınlar, Benzersiz Hikâyeler” sloganıyla bu yıl 28. kez gerçekleşen Uluslararası Kadın Filmleri Festivali, yalnızca içerdiği güçlü sinema seçkisiyle değil, arkasındaki güçlü dayanışma ağıyla da dikkat çekiyor.

Festival, SGDD-ASAM (Sosyal Gelişim ve Dayanışma Derneği), Ankara Büyükşehir Belediyesi, Çankaya Belediyesi, Etimesgut Belediyesi, Ankara Kent Konseyi, UN Women (Birleşmiş Milletler Kadın Birimi) ve yaratıcı işbirlikleriyle tanınan TBWA ajansının katkılarıyla hayat buldu.

Ayrıca bu yıl, birçok ülkenin büyükelçilikleri de festivale filmleriyle, desteğiyle katkı sundu:
Institut Français de Turquie, Goethe-Institut, Avusturya, Finlandiya, Hırvatistan, Malta, İsviçre, İsveç, İrlanda, İtalya ve Meksika Büyükelçilikleri, festivalin uluslararası karakterini güçlendiren destekçiler arasında yer aldı.

(EMK/HA)

Uzun yıllardır Türkiye’de yaşayan El País yazarı İspanyol Gazeteci Andrés Mourenza’nın Sınırlar: Türk-Yunan Sınırından İnsan Hikayeleri kitabının Türkçe çevirisi geçtiğimiz Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı. Ezgi İrgil’in çevirdiği kitap, mekan Tükiye-Yunanistan sınırı üzerinden yakın tarihteki göç hikayelerine odaklanıyor.

Yirmi yıldır Türkiye ve Yunanistan’da gazetecilik yapan Mourenza bize Türkiye-Yunanistan sınırından anlattığı insan hikayeleriyle sadece göçün izini sürmüyor, aynı zamanda her iki ülkenin aynadaki ters yansımalara benzeyen ortak tarihini inceliyor. O sebeple bu kitabın bir başına ‘göç’ üzerine yazıldığını söylemek haksızlık olacaktır.

“Yunanistan ve Türkiye'nin farklı babaları olabilir ama aynı annenin çocuklarıdır” diyen Mourenza, bu ‘kardeşlerin’ yakın geçmişteki tarihlerini göç yolundaki insan hikayeleri ile alıyor. Her ne kadar uzun yıllar Ege Denizi’nin iki yakasında yaşamış olsa da ‘üçüncü bir göz’ olarak soğuk kanlı yaklaşabiliyor oluşu ayrıca kıymetli.

Biz de Mourenza ile hem Sınırlar kitabını, Türkiye ve........

© Bianet