menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Yasa yalnızca zeytinlikleri değil, müşterek yaşamı da hedef alıyor”

11 6
23.06.2025

Meclis'te zeytinliklerin ve kırsal alanların enerji ve maden yatırımlarına açılmasını kolaylaştıran yeni yasa tasarısı gündemde. Tasarı, yatırım ve enerji projelerine öncelik tanıyan bir çerçevede meşrulaştırılmaya çalışılsa da başta ekolojistler olmak üzere birçok kesim bunun doğrudan bir talan yasası olduğunu savunuyor. Düzenleme, geçtiğimiz günlerde TBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu'nda kabul edildi. Komisyon aşamasının ardından teklifin Genel Kurul görüşmeleri yapılacak.

Tam da bu süreçte yayımlanan Mukufluk kitabı, zeytinlikleriyle bilinen Yırca köyünün termik santral sürecinde yaşadığı dönüşümü ve köylülerin direnişini anlatıyor. Kitap yalnızca ekolojik bir yıkımı değil, kırsal yaşamın, müşterek üretimin ve kolektif hafızanın nasıl hedef alındığını ortaya koyuyor.

Hem kitabın yazarı hem de Yırca Köyü Derneği gönüllülerinden olan Kenan Kahya, Mukufluk'u ve Meclis gündemindeki yasa tasarısının olası etkilerini bianet'e değerlendirdi.

“Mukufluk” tam da Meclis'te zeytinliklerin enerji yatırımlarına açılmasını kolaylaştıran yasa tasarısı gündemdeyken yayımlandı. Bu denk geliş size ne düşündürdü? Tasarıyı duyduğunuzda neler hissettiniz?

Mukufluk, bir köyün termik santralle birlikte geçirdiği çarpıcı değişimi anlatıyor. Termik santrallerin ekolojik yıkımını fiziksel olarak izlemek nispeten kolay; peki ya topluluğun kültürüne, müşterek yaşam deneyimlerine olan etkileri, bunları nasıl gözleyebiliriz? Madenlerin, termik santrallerin kısacası büyük endüstriyel tesislerin müşterek yaşamda yarattığı kayıplar ağır, ortaya çıkardığı boşluklar derin. Yırca da bunu yaşayan herhangi köyden biri. Kayıpların yalnızca istatistiklerle anılmasına benzetirim bunu. “X sayıda kişi öldü!”. Kolayca söyleniveren, her birinin taşıdığı özel hikayeleri göz ardı edilen insanlardan biri gibi.

Endüstri ile birlikte, yavaş şiddete maruz kalmış ve günden güne coğrafyası değişmiş her bölgenin yaşadığı gibi kaderi: Dereleri kurumuş, toprakları el değiştirmiş, havası mahvolmuş bir köy. Mukufluk ile bu sıradan olanın içindeki özel hikayeye odaklandık. Müşterek hafızanın kaydını tutarak, yok oluşa karşı kurulan kolektif direnci aktarıyoruz. Genelden özele odaklandığımız ve etkileri okunabilir biçimde çıkardığımız bu kitapla amacımız da özelden geneleydi aslında. Mukufluk’u, tam da böyle yasalar geçmesin, doğayı sömüren projeler yapılmasın diye yazdık. Birlikte hatırlamak, yaşanılanları anlamak, mümkünse dönüşmek ve dönüştürmek üzere yazdık. Sözün yönünü geçmişten bugüne çevirdik. İki yılı aşkın bir süre boyunca çalıştık, 2500 dakika ses kaydı aldık, atölyeler, piknikler yaptık ve sonunda kitabı bastırdık. Çalışmalarımızın karşılığını somut biçimde görmenin verdiği sevinç ise yerini kısa sürede “süper talan yasasının” endişe veren gündemine bıraktı.

Yırca’da acele kamulaştırma kararıyla kesilen 6600 zeytin, bugün 10.kez getirilen bu “süper izin yasasının” ön izlemesi gibidir. Bu açıdan bize hiç yabancı değildir. Bu yüzden kitabın yayımlandığı günle bu yasanın gündeme gelişi arasındaki “denk geliş” bir rastlantı gibi değil de bir karşılaşma gibi: Mücadeleyle yazılmış bir kitabın, yerel mücadeleleri silmeye çalışan bir yasayla karşı karşıya gelişi. Kapitalizmin doğaya ve insan emeğine bakışını bir kez daha gözler önüne seriyor. Müşterek hafızamız susturulmak isteniyor. Mukufluk da işte bu noktada, hafızayı diri tutmak ve hatta hafızamızı bir direnç noktası yapabilmek için var.

Yasa çok teknik görünüyor: Madde, fıkra, süre vs. Sizce teknik dilin altında nasıl bir siyasi taktik yatıyor? Yasa aslında ne diyor?

Yasanın teknik dili sanki bir sis perdesi; gerçeğin üstünü kapatan, çarpıtan bir üst yapı esasında. Akp iktidarı sermaye birikimini artırmak, toplumsal yaşamı fikrince düzenlemek için yine yeni kanuni düzenlemelere başvuruyor. 23 yıllık iktidarlarında 22 kez maden yasası değiştirmişler. Zeytinliklere göz koydukları benzer yasa girişimlerinin ise 11.si. Bunun meşru hiçbir yanı yok.

En kritik değişiklikleri projelerin Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) süreçlerine dair kurgulamışlar. ÇED zaten doğayı sömüren projeleri ayrıştırma ve uygulanmasının önüne geçme noktasında hiçbir işe yaramıyordu. Öyle ki, her 10.000 projenin sadece 10 kadarı ÇED olumsuz sonucu almış, 9.990’ı ise süreci aşmış. Şimdi bu “dostlar alışverişte görsün” – ÇED’inden de kurtulmanın peşindeler.

Teknik terimleri de genişletiyorlar. Daha önce getirdikleri yüksek kamu yararı düzenlemesinin yanına “stratejik ve kritik madenler” adı altında yeni bir talan terimi daha ekliyorlar. Doğayı savunan herkesi hukuken savunmasız hale getiriyorlar. Dünyanın en antidemokratik uygulamalarından olan acele kamulaştırma usulü ile istedikleri her yeri alabilecekler ve itiraz dahi edilemeyecek. Yıllardır sermayenin çıkarına talan edilen topraklar sermayeye tapulanacak, toprağın ticarileştirilecek. Bunlara yenilenebilir enerji projelerini hızlandırıyoruz mantığıyla “çevreci” bir kılıf da buluyorlar. Meraları güneş enerjisi projelerine açıyorlar. Rüzgar enerji santralleri de karbonsuz görünür ve sempatiyle bakılır; ama şimdiye dek ekolojik yıkıma neden olacak çok fazla RES projesiyle karşılaştık. Mücadeleler sayesinde birçoğu iptal de oldu. Şimdi bu mücadelenin hukuki altyapısı yok edilebilir.

Yetmiyormuş gibi maden ruhsat bedellerini de düşürüyorlar ve sözüm ona bir rehabilitasyon bedeli tahsil edileceği de eklenmiş. Siz doğayı yok ederek madencilik yapan ve sonrasında yok ettiği yaşamın bir nebze yeşermesi için rehabilitasyon projesi yürüten bir şirket biliyor musunuz? Benden sonrası tufan anlayışıyla, dört bir yanımızı talan eden bu şirketler, alacakları yeni yetkilerle tüm hayatımızı yeniden şekillendirecekler. Artık iktidar “ben yaptım oldu” anlayışını da başka boyuta taşıyor. Halkın karar alma süreçlerine katılımı sıfırlanırken; yalnızca yatırımcıların menfaati gözetiliyor. Bu teknik tahakküm onaylanırsa, yeni bir yaşam biçimi dayatmasıyla “sözsüz” kalacağız.

Yasa yalnızca doğayı değil, kırsal yaşamı da etkileyebilir mi? Sizce düzenlemenin kırsal alanlar ve toplumsal yaşam üzerindeki etkileri neler olur?

Şüphesiz ki bu yasa, sadece doğaya değil, doğayla uyum içinde yaşayan insanlara ve o insanların kurduğu müşterek hayata yönelmiş bir saldırı niteliğinde. Mukufluk’un yazım sürecinde de çok şaşırmıştık: Başlangıçta, termik santralin coğrafya üzerindeki etkileri çerçevesinde kalacaktık. Oysa kırsal yaşam ve doğayla kurulan bağlar o derece iç içe ki mesele ekolojik yıkımı aştı ve ötesine geçti. Emeğin geçirdiği yapısal dönüşüm, bu geçişe giden izleri takip etmekte önemli bir eşikti.

Dayanışma pratiklerinin gerilemesi, paylaşım kültürünün aşınması, birlikte vakit geçirilen ortak zamanın azalması… Bunların hepsi, doğanın nasıl yönetileceği üzerinden kurulan bir “kırsal toplum mühendisliği” meselesi. Bu yasayla, benzer deneyimler çok daha geniş coğrafyalarda yaşanabilir. Kendi toprağına emek veren üreticiler, işçileşebilir; kolektif toprak emeğinin yerini bireysel hayat mücadeleleri alabilir. Bir arada verilen emek ve paylaşılan ortak zamanın yerini gevşeyen toplumsal bağlar, kaybolan hafıza alabilir.

Kırsalda üretim yalnızca geçim meselesi değildir, yaşamla kurulan bağdır. Dolayısıyla bu yasa, kırsal emeği ortadan kaldırarak, bu üretim biçiminin yarattığı hayatı da hedef alıyor. Üretim biçimi dönüştüğündeyse, kırsal artık kırsallıktan çıkar, sadece bir “yatırım alanına” dönüşür. 10 yıl evvel Yırca zeytin........

© Bianet