menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ukrayna’da savaş ve barış: Güncel durum, diplomatik dinamikler ve jeopolitik çıkarlar

9 0
31.05.2025

Ukrayna’daki savaş, sadece bir cephe hattını değil, aynı zamanda küresel düzeni sarsan jeopolitik bir dönüm noktasını işaretliyor. Rusya’nın Şubat 2022’deki saldırısından bu yana yeni bir Soğuk Savaş dönemi başladı; bu, yalnızca Doğu Avrupa’yı değil, tüm dünya sistemini istikrarsızlaştırıyor.

Her ne kadar Ukrayna’daki savaş sıcak bir savaş olsa da, henüz vekâlet savaşı olmanın ötesine geçmiş değil, yani emperyalist güçlerin doğrudan birbirleriyle çatıştığı bir seviyeye ulaşmadı. Çatışma hatları, emperyal çıkarlar, jeoekonomik rekabet ve ideolojik cepheleşmeler boyunca uzanıyor. Aynı zamanda, özellikle Avrupa’da, siyasi hareketler, sivil toplumun bazı kesimleri, bir tarafın “zaferi” yerine barışı merkeze alan alternatif perspektifler geliştirmeye çalışıyor. Saldırının başlangıcında, “barış” kelimesini ağzına alan herkesin, Avrupa Birliği’nde (AB), Avrupa ülkelerindeki parlamentolarda ve havuz medyalarda militaristlerin kolayca ve kudurmuşcasına iftira savurduğu, kamuoyu görüşünü belirlediği süreç etkisini kaybetmek üzere.

Kamuoyunda basit bir sorun olmaktan çıkıp, kriz boyutuna ulaşmış olan durumla ilgili olarak “Ukrayna’da kalıcı bir barışı engelleyen nedir?”, “Barış görüşmelerini kimler – bilinçli veya örtük şekilde – sabote ediyor?”, “Emperyalist tahakküm, jeopolitik etki alanı politikaları ve askeri çözüm mantığını aşan diplomatik bir çözüm nasıl mümkün olabilir?” gibilerinden sorular daha yaygın olarak sorulmaya, irdenlenmeye başlandı. Avrupadaki ülkelerin parlamentolarında, medyalarında şimdiye kadar tabu, yasak olan buna benzer sorular ve alışılmamış, alternatif cevaplar artık daha bir duyulmaya başlandı.

ABD’nin, Avrupa’nın, genelde Batı’nın “demokrasiye karşı diktatörlük”, “özgürlüğe karşı tiranlık” gibi yaygın çatışma anlatısı dökülmeye başlıyor. Ahlaki retorik yerine jeopolitik gerçeklik, ulusal ideoloji yerine toplumsal çıkarlar, askeri çözüm yerine diplomatik yollar daha bir sorulur hale gelmek üzere. Bütün bu gelişmeler temel sayılabilecek şu noktalar altında toplanabilir, özetlenebilir.

Tek kutuplu ABD düzeninden çok kutuplu düzene ve yeniden cepheleşmeye

Ukrayna savaşı yalnızca bölgesel bir toprak savaşı değil, aynı zamanda küresel bir düzen değişimini yansıtan bir krizdir, gelecekteki dünya düzeni için verilen mücadelenin önemli bir sürecidir. Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasıyla ABD’nin tek kutuplu hegemonyasının başladığı kısa bir dönem yaşandı. NATO, Rusya sınırlarına kadar genişledi; neoliberal küreselleşme, Yugoslavya’dan Libya’ya, Irak’tan Afganistan’a ve başka yörelere kadar askerî güçle korundu. Ancak bu Batı merkezli yapı giderek savunmada kalıyor. Çin, Rusya ve Küresel Güney’in bir kısmının öncülüğünde yeni ittifaklar, eski egemenliği sorguluyor. BRICS bunlardan sadece birisi.

Rusya’nın emperyal güç olarak Batı yayılmacılığına tepkisi

2022’de Ukrayna’ya yönelik Rus işgali, hiç kuşkusuz uluslararası hukuka aykırı, emperyalist bir saldırıdır. Ancak aynı zamanda Batı’nın 30 yıllık yayılmacılığına ve tahakküm politikasına verilen tepkinin bir ifadesidir. Bu tepki, yadsınamayacak şu gerçeklere dayanmaktadır:

Avrupa Birliği, Avrasya kıtasında bağımsız bir barış mimarisi kurma fırsatını kaçırmıştır. Bunun yerine, ABD emperyalizminin liderliğindeki gerginlik stratejisine teslim olmuş ve “işbirliği yerine cepheleşme” politikalarını benimsemiştir.

Çin’in stratejik sabır ve ekonomik yayılma üzerinden yeni rolü

Çin bu savaşta çelişkili gibi gözüken bir pozisyondadır. Kendisi, hem Küresel Güney’i yanına çekebilmek için, hem de Rusya’ya açıkça silah temin etmemekle, diplomatik arabuluculuk önerilerinde bulunmaktadır. Pekin, Batı’nın Ukrayna’da kaynaklarını tükettiğini izlerken Afrika, Güney Amerika ve Güneydoğu Asya’da kendi jeopolitik gücünü inşa etmeye devam ediyor. Ukrayna savaşı, Çin için avantajlı olan bu durumu hızlandırmakla kalmadı, aynı zamanda Çin’in güçlü bağlar kurduğu ülkelerde Batı, artık yön veren bir güç olarak kabul edilmemeye başladı.

ABD’de Biden’dan Trump doktrinine olan iç dönüşüm

ABD’deki iç siyasi kutuplaşma, Donald Trump’ın başa geçmesiyle kendisini hemen dış politikaya da yansıttı. Biden yönetimi, Ukrayna’ya yoğun askerî desteği, NATO’nun silahlanmasını ve Rusya’ya yönelik küresel yaptırımları kamçılıyordu. Trump ise şimdilik “anlaşma temelli” yaklaşımları savunuyor; örneğin, barış karşılığında etki sahası yaratma, ateşkese karşı emtia anlaşmaları sağlama gibi. Trump, Ukrayna savaşını Rusya ile yakınlaşmak için bir sahne olarak kullanmaya niyetli – bu elbette barış yanlısı bir motivasyondan değil, tamamen jeopolitik hesaplardan kaynaklanıyor. Bu hesapların içinde aynı zamanda Avrupalı emperyalistleri ekonomik olarak bölmek ve diplomatik olarak zayıflatmakta var.

Avrupa’nın bloklaşma ve silahlanma arasında edilgen bir aktör olma gayreti

Ukrayna savaşında Avrupa Birliği, hala stratejik bağımsızlığı olmayan bir aktör konumunda. Kritik kararlar hala Washington’da alınıyor; Fransa, Almanya ve Polonya reaktif ve plansız hareket ediyor; AB içinde çatırdamalar mevcut – Orban, Fico ve diğerleri Batı’nın savaş mantığını sorguluyor; Friedrich Merz, Almanya ve Avrupa’nın operasyonel zayıflığını eleştiriyor, bunun yerine Almanya’nın bu ittifak içinde daha aktif bir rol üstlenmesini istiyor.

Sonuçta, Ukrayna savaşı, yeni bir bloklar arası çatışmanın ön cephe hattıdır. NATO kendi küresel düzenini kurtarmaya çalışırken, Rusya ve Çin etki alanlarını genişletiyor. AB ise bağımsız bir rol oynamaktan uzak. Sol barış politikası bu jeopolitik gerçekliği kabul etmeli – ve yine de blok mantığının dışına çıkmanın yollarını aramalıdır.

Politik stratejideki askerî gelişmeler

Ukrayna’daki savaş, 2022’den bu yana sınırlı bir saldırıdan uzun süreli bir yıpratma savaşına dönüşmüş durumda. Rus ordusunun ilk başarıları ve Ukrayna’nın 2022’deki karşı taarruzunun ardından, 2023-2024 yıllarında bir askeri duraklama yaşandı. Ancak 2025 başından itibaren dengeler yeniden Rusya lehine kaymakta – bu da barış görüşmeleri üzerinde ciddi etkilere yol açmaktadır.

Askerî tablo: Yıpratıcı bir mevzi savaşı

Birçok kaynakta, bu savaşın askeri olarak “kazanılamayacağı” vurgulanmaktadır. Rus ordusu teknolojik olarak dezavantajlı gibi gözükse de, bu açığı sayı, hava üstünlüğü ve zengin kaynaklarla kapatmaktadır. Ukrayna ise ağır personel kayıpları, mühimmat ve teknik ekipman ikmalinde zorluklar, tahrip olmuş altyapı ve artan seferberlik krizi ile boğuşmaktadır. Rusya aynı zamanda, Donetsk, Luhansk, Zaporijya ve Herson bölgelerinin büyük kısmı üzerinde kontrolünü sağlamlaştırmıştır. Kremlin, bu bölgelerin idari sınırları içinde tam kontrolü sağlamayı başarmaya doğru ilerlemektedir.

Politik tıkanıklıklar ve müzakere taktikleri

Rusya: Putin “klasik” bir yıpratma taktiği izlemekte ve hedefi, askeri baskıyla Ukrayna’yı toprak tavizlerine zorlamak. Kremlin aynı zamanda kendisinin koyduğu şu koşullar ile dışarıya karşı ilkeli bir müzakere aktörü gibi görünmeye çalışıyor: Kırım ve diğer ilhak edilmiş bölgelerin fiilen tanınması; Ukrayna’nın NATO’ya katılmasından vazgeçmesi; Batı yaptırımlarının kaldırılması; Ukrayna’nın tarafsız statüde olması.

Ukrayna: Zelenskiy bu talepleri kesinlikle reddetmekte – özellikle toprak kaybı ve tarafsızlık meselesini. Kendisi, müzakerelerde daha iyi bir konum elde etmek için askeri baskıyı sürdürmeye çalışıyor. Ancak zorunlu askerlik, ekonomik kriz ve hükümetin meşru kalma tartışmaları toplumu bölüyor ve kendisi bu iç politik faktörlerden dolayı artan bir baskı altında bulunmakta.

Dış faktörler olarak Batı’nın rolü ve savaşın tırmanma riski

ABD ve AB’nin sağladığı askerî yardımlar, Rusya’yı belirleyici şekilde zayıflatmak için yetersiz kaldı. Buna rağmen veya bu yüzden Avrupa’daki söylem gittikçe sertleşmekte. AB’nin yeni Dış Politika Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, savaşa hazırlık ve silahlanma çağrıları yapıyor, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen silahlanmayı “sürdürülebilir” olarak nitelendiriyor ve hatta militarizmi “yeşil” ambalajla sunuyor. AB bütün bu çağrı ve açıklamalara rağmen siyasal olarak yetersiz ve aciz kalmayı sürdürüyor. Barış inisiyatifleri ya yarım kalıyor, ya da Orban ve Fico tarafından sabote ediliyor.

Bunun yanında ABD tarafından da karışık sinyaller geliyor: Trump, müzakere çağrısı yapsa da esas ilgisi enerji anlaşmaları gibi çıkarlar; Başkan Yardımcısı Vance, Ukrayna’nın savaşı kazanamayacağını açıkça söylüyor – bu da Kiev üzerindeki baskıyı artırıyor.

Politik yönetim aracı olarak savaş

Açık bir şekilde görülüyor ki, savaş sadece ekonomik ve askerî olarak değil, aynı zamanda iletişimsel olarak da yürütülüyor. Burada “yorumda bulunma egemenliği” için verilen mücadele de bir silah gibi görev görmektedir. Rusya, Ukrayna’nın “nötrleştirilmesini” güvenlik adına sunarken, Batı ise, Kiev’i “özgürlüğün kalesi” olarak sunmaktadır. Ancak gerçekte her iki tarafta da var olan hesap, jeopolitik etki alanları, kaynaklara erişim ve iç siyasi kontrolle ilgilidir.

Sonuçta, Ukrayna savaşı, askerî yollarla kazanılamaz. Bu özellikle Zelenskiy için geçerlidir. Savaşı uzatan aktörler, savaştan stratejik, ekonomik veya propaganda kazançları sağlıyor. Siyasal çözümler, maksimum talepler, asimetrik müzakere mantıkları ve çok taraflı barış platformlarının eksikliği nedeniyle tıkanmış durumda. Sol barış politikası bu çıkmazı net biçimde adlandırmalı – ve askeri mantığın ötesinde yollar aramalıdır.

Yaklaşımlar, engeller ve başarısız girişimler

2022’de savaşın başlamasından bu yana, Ukrayna’daki savaşı sona erdirmek için birçok diplomatik girişim oldu – resmî müzakerelerden gayrıresmî temaslara ve sembolik zirvelere kadar. Ancak bunların hiçbiri başarılı olamadı. Neden? Bu soru, sol barış politikasının merkezinde yer almalı. Bu sadece tarafların savaşı sürdürme isteğine değil, aynı zamanda savaştan kazanan büyük güçlerin yapısal çıkarlarına da işaret ediyor.

Başarısız girişimler: İstanbul, Minsk ve “Muhtıra” modeli

Şu ana kadar gerçekçi bir çözüm en yakın şekilde, 2022 ilkbaharında İstanbul’daki görüşmelerde yakalanmıştı. Ukrayna’nın tarafsızlığı ve NATO’dan feragat karşılığında bir anlaşma imzasına yaklaşılmıştı. Ancak başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batı, bu anlaşmayı engelledi. Rus kaynaklara göre Kiev’e bu anlaşmayı imzalamaması “emredildi”.

Bundan sonraki girişimlerin hepsi ya başarısızlıkla sonuçlandı ya da sembolik düzeyde kalarak sönüp gitti. Örneğin:

Putin’in “müzakere isteği” gerçekçi mi, stratejik bir taktik mi?

Vladimir Putin düzenli olarak kendisini şu koşullar altında müzakereye açık göstermektedir: Ukrayna, devlet sınırlarının bazı bölümlerinden vazgeçecek; Batı ile entegrasyon sona erecek; güvenlik garantileri sadece Rusya’nın çıkarlarına hizmet edecek.

Bu talepler gerçek bir müzakere teklifi değil, birer ültimatomdur.

Trump’ın tehlikeli bir popülizm olan “Anlaşma Barışı”

Donald Trump kendisini “24 saatte barış getirebilecek tek kişi” olarak sunuyor – ancak onun barış anlayışı tamamen işlemsel odaklı ve genelde şimdiye kadar şu noktaları içeriyor:

Bu yaklaşım, sadece uluslararası hukuku zedelemez, aynı zamanda Ukrayna’yı yalnızlaştırır ve güce dayalı siyaset anlayışını besler. Fakat diğer yandan da bu yaklaşım bir realiteye denk düşmektedir. Son İstanbul barış görüşmelerine Putin’in gelmemesi realiteye uyan tutarlı bir mantıktır, çünkü Putin bu vekalet savaşında Zelenskiy gibi kendi göz hizasında olmayan yalaka bir vekil ile değil, vekaleti veren ABD emperyalizminin başındaki şahısla, yani Trump ile doğrudan görüşmeye ilgi gösterecektir. Trump’ın İstanbul’a gelmemesine ilaveten, savaşa kudurmuş halde sulanmış olan Merz, Macron, Starmer, Kallas, Leyen gibi Avrupalı önderlerin Putin’e İstanbul’a gelmezsen ha..” diye savurdukları tehdit ve ültimatomlar, doğal olarak Putin’in İstanbul’a gelmesini engellemiştir.

Sembol siyaseti ile militarizm arasında sıkışan Avrupa

AB, barış aktörü olarak tam anlamıyla başarısızdır, acizdir. Liderlik ABD’ye bırakılmıştır, hatta kendisinin çıkarları Avrupalılar ile uyuşmasa bile. Diplomatik çabalar yerine 500 milyar euroluk askeri “Yeşil Anlaşma” ile silahlanma körüklenmektedir. Macron veya Orban gibi diplomatik çıkışlar ya görmezden geliniyor ya da sabote ediliyor. Macaristan, Slovakya ve Avusturya diplomasi isterken; Baltık ülkeleri, Polonya ve AB Komisyonu askeri zaferde ısrar ediyor. Yani, AB içinde barış müzakerelerine dair fikir birliği yok.

Bir jeopolitik güç aracı olarak barış görüşmeleri

Başarısız inisiyatifler aynı zamanda yapısal bir sorunun yansımasıdır. “Barış” bağımsız bir değer olarak değil, jeopolitik hâkimiyetin bir aracı olarak görülmektedir. Müzakereler çoğu zaman iç kamuoyunu yatıştırmak, karşı tarafı........

© Bianet