Barış Müzakerelerini Savaş, Ekoloji ve Çocuklar Odağında Ele Almak
Aşağıdaki metin, 29 Eylül 2025 tarihinde İzmir’de “Barış ve Demokrasi Buluşmaları” kapsamında DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Emirali Türkmen ve Aydın Çetinkaya’nın katılımıyla gerçekleştirilen yuvarlak masa buluşmasında dile getirdiğim görüş ve önerilerimi içermektedir. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
Merhaba.
Komisyonun çalışmaları hakkındaki bölgesel savaş, iklim krizi, beslenme ve çocuk sağlığı odağındaki değerlendirmelerime geçmeden önce süreç hakkındaki genel değerlendirmelerimi paylaşmak istiyorum.
Müzakere sürecini toplumsal barış ve demokratikleşme sürecinde bir başlangıç adımı olarak görüyorum. Komisyonun çalışma süresinin sınırlı olması katılımı kısıtlayabilecek bir etken. Bu nedenle, önerilerin geniş toplumsal kesimlerden görüş alınmasını sağlayacak mekanizmaların (yazılı katkılar, çevrimiçi görüşler, bölgesel toplantılar) yaygınlaştırılması ile toplanması sağlanmalı. Şeffaflık ve hesap verebilirlik, Komisyonun toplumsal güvenini artıracaktır. Alınan görüş ve öneriler kamuoyuna düzenli raporlarla açıklanmalıdır.
Kürt sorununun çözümü yalnızca güvenlik eksenli değil; insan hakları, sosyal ve kültürel haklar, demokratik temsil, adalet gibi çeşitli sorunlara bağlı. Müzakerelerin bu sorunlar çerçevesinde ele alınmasının Türkiye’deki genel demokratikleşme ve toplumsal barışın güçlendirilmesine yönelik mücadelelere katkı sağlayacağı açıktır.
Barışı sağlamak zorlu bir süreçtir ve geçmişte yaşanan hak ihlallerinin tanınması ve mağduriyetlerin giderilmesi için “Hakikat ve Yüzleşme Komisyonu” kurmaktan demokratik özgürlükleri sınırlayan yasal hükümlerin kaldırılmasına; yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden kamu reformuna; anadilde eğitim hakkının anayasal güvenceye alınmasından kamu kurumları; yerel yönetimler, eğitim ve medya alanında çok dillilik uygulamalarının hayata geçirilmesini sağlayacak yasal düzenlemelere değin çok çeşitli düzenlemeleri gerektirir.
Bu konularda yapılması gereken düzenlemeler de yıllardır dile getiriliyor.
Bu genel değerlendirmeden sonra yürütülen müzakere sürecinin önemli bir eksiği olarak gördüğüm meseleyi anlatmaya çalışacağım.
Bu mesele şimdiye ve geçmişe takılı kalarak düşünmek, bir başka deyişle bir gelecek tasavvuru içinde düşünmemektir. Yanılıyor olabilirim elbette ama müzakere sürecinden kamuoyuna yansıyan bilgiler ve elbette izleyebildiğim kadarıyla böyle bir kanaate sahibim.
Barışın kapsamının sadece Türkiye ile sınırlı olmadığı açıktır; ancak olası sınırların çok daha geniş olduğu da bir gerçektir. İklim krizi, sınır komşumuz olan ülkelerde yıllardır süregelen savaş ve çatışmaların açığa çıkardığı yıkım ve kimyasal kirlilik gözden kaçırılmaması gereken sorunlardır. Gelecek tasavvuru içinde düşünememek derken kastettiğim şey de budur. Bu bağlamda, savaşın yol açtığı yıkım ve kirlilik ile iklim krizi odağında karşı karşıya olduğumuz bölgesel sorunları ve yakın gelecekte karşımıza çıkması çok olası bazı sorunları “çocuk sağlığını nasıl koruruz” sorusuna verilebilecek bir yanıt ile kısaca dile getirmeye ve bu sorunları çözebilmek için neler yapmamız gerektiğini açıklamaya çalışacağım.
Barış görüşmelerinin halihazırdaki sorunları ya da yıllardır süregelen şiddetin doğurduğu insani sorunlara hızla çözüm bulmayı temel alarak yürütülmesi kaçınılmazdır. Ancak Türkiye, Irak, Suriye ve İran’ı içine alan bölgenin yakın geleceğini analiz etmek de barış müzakerelerinin asli bir parçası olmalıdır.
Savaş nedeniyle yıkıma uğratılmış, iklim krizi nedeniyle hızla değişen ve bu değişimin de çok daha ağır sorunlar doğuracağı bir bölgede yaşıyoruz.
Bu bağlamda “Ağır Metallerce Zenginleşmiş Koridor”, iklim krizi ve yıllardır süren savaşın yol açtığı ekolojik yıkımı/kirliliği dikkate alarak barış müzakerelerinin Türkiye, Suriye, Irak ve İran açısından ne anlama geldiğini “gelecek zaman tasavvuru” ile bir başka deyişle “bizi ne bekliyor?” sorusunu dikkate alarak yanıt aramak da bir zorunluluktur.
UMass Amherst'ten bir araştırma ekibi, Science dergisinde küresel ölçekte toksik metallerin insan sağlığı üzerindeki risklerini değerlendiren bir çalışma yayınladı.1
Çalışma Türkiye’yi ve Türkiye’nin içinde yer aldığı coğrafi bölgeyi toplumsal barış ve çocuklarımızın geleceği açısından yakından ilgilendiriyor.
Bu konuyu ele almadan önce araştırma bulgularını özetlemek gerekli…
“Toksik metallerin neden olduğu küresel toprak kirliliği, tarımı ve insan sağlığını tehdit ediyor” başlığını taşıyan araştırmada, arsenik, kadmiyum, kobalt, krom, bakır, nikel ve kurşun gibi en tehlikeli toksik metallerin dünya genelinde topraklardaki kirlilik dağılımı ve bu kirlilikten etkilenen nüfus yoğunluklarının bir haritası çıkarıldı.
Toksik metal kirliliği toprakta her yerde bulunsa da bu kirliliğin dünya çapındaki dağılımı ya da hangi bölgelerde daha yoğun bir kirlilik olduğu bilinmiyordu. Araştırma bu soruna bir yanıt getiriyor.
Yapılan araştırmada dünya genelinde 800 bine yakın örnekleme noktasında arsenik, kadmiyum, kobalt, krom, bakır, nikel ve kurşun ile toprak kirliliğine ilişkin küresel bir veri tabanı analiz edildi. Buna ek olarak tarımsal ve insan sağlığı eşiklerinin aşıldığı kirlilik alanlarını haritalamak için makine öğrenimi teknikleri de kullanıldı.
Araştırma, küresel olarak ekili alanların ila 17'sinin toksik metal kirliliğinden etkilendiğini ve dünya genelinde yaklaşık 1,4 milyar insanın toksik metallerle önemli ölçüde kirlenmiş, bir başka deyişle halk sağlığı ve ekolojik risklerin yüksek olduğu bölgelerde yaşadığını ortaya koyuyor.
Çalışmanın dikkat çekici bulgularından biri, Güneydoğu Asya'dan Güneybatı Avrupa'ya uzanan ve "ağır metalce zenginleşmiş koridor" olarak adlandırılan bir bölgenin tespit edilmesi.
Ağır metalce zenginleşmiş koridor, doğal ve antropojenik (insan kaynaklı) süreçler sonucu toprakta ve yer altı kaynaklarında toksik metal birikimlerinin görüldüğü geniş coğrafi bant ya da kuşak olarak da ifade edilebilir.
Güneydoğu Asya’dan başlayıp Güneybatı Avrupa’ya kadar uzanan bu geniş bölgenin, toprakta biriken zararlı metaller nedeniyle hem tarımsal üretimi hem de insan sağlığını ciddi şekilde tehdit ettiği belirtiliyor. Bu yüzden bu bölgelerin daha ayrıntılı şekilde incelenmesi, harita üzerinde net olarak gösterilmesi ve bu alanlarda çevresel riskleri azaltmaya yönelik öncelikli politikaların geliştirilmesi büyük önem taşıyor.
Sağlıklı bir toprak olmadan bir toplumun varlığını sürdürmesi olanaksız.
Toprakta biriken zehirli metaller; rüzgârla savrulan toprak tozları, orman yangınları ve diğer çevresel olaylar nedeniyle bulundukları yerden başka bölgelere de yayılabilir.
Araştırma bulgularına göre (aşağıdaki görselde de görülebileceği gibi) Türkiye ve İran toksik ağır metal kirliliği açısından en riskli bölgelerin başında geliyor. Araştırmada, “tarımsal topraklar için kadmiyum aşımı en çok kuzey ve orta Hindistan, Pakistan, Bangladeş, güney Çin, Tayland'ın güney kesimleri ve Kamboçya, İran, Türkiye, Etiyopya, Nijerya, Güney Afrika, Meksika ve Küba'da görülmektedir” ifadesi yer alıyor.2 Ancak görselde de görülebileceği üzere Irak ve Suriye ile ilgili bölgelerde kirlilik yoğunluğunun daha az olduğu görülüyor.
Araştırmada bu bölgelerle ilgili ciddi bir veri eksikliği olduğunu düşünüyorum. Irak’ta on yıllardır süren savaşın çok ağır bir toksik metal kirliliğine yol açtığı çeşitli raporlarda daha önce belirtilmişti. Benzeri şekilde Suriye’de yıllardır süregelen savaşın da ciddi bir toksik kimyasal madde kirliliğine yol açtığı dikkate alınmalı.
Toprakları yaşanamaz hale getiren en yıkıcı insan faaliyetlerinden biri savaştır.
Savaş sadece can kaybına ve yıkıma yol açmaz; aynı zamanda çevresel olarak da derin ve onarılması güç izler bırakır. Özellikle bombalamalar, silah atıkları ve askeri mühimmat kullanımı sonucunda toprağa karışan ağır metaller, patlayıcı kalıntıları, petrol türevleri ve çeşitli toksik kimyasallar, toprak sağlığını uzun yıllar boyunca tehdit eder.3 Bu kirleticiler doğada kolayca parçalanmaz, tarım yapılamaz hale gelen araziler ve kirlenen yer altı suları yoluyla ekosistemleri ve insan sağlığını tehlikeye atar. Kimi bölgelerde bu kalıntılar onlarca yıl boyunca toprakta kalır ve nesiller boyu etkili olur. Bu nedenle savaş, sadece toplumsal değil, aynı zamanda kalıcı bir ekolojik felakettir. 4
Özetle söylemek gerekirse, Türkiye’nin ve Ortadoğu’daki sınır komşularının içinde bulunduğu bölge, Güneydoğu Asya’dan Güneybatı Avrupa’ya uzanan “toksik metallerce zenginleştirilmiş koridor”un parçası; tarım topraklarında Cd, Ni, Cr, Pb gibi toksik metallerin bulunma olasılığı yüksek. Bu, gıda güvenliği ve halk sağlığı açısından sınır-ötesine uzanan bir risk doğuruyor. Savaş ve askeri faaliyetler bu riski kalıcılaştırıp yayabiliyor. Bu bağlamda baktığımızda barış; sadece siyasal bir ihtiyaç değil, ekolojik/sağlık temelli bir mecburiyet olarak da belirginlik kazanıyor.
Bu mecburiyetin kritik gerekçesi ise çocuk sağlığını korumaktır.
Savaş ve çatışma bölgesinde yaşayan ya da savaş nedeniyle göç etmek zorunda kalan toplumsal gruplar beslenme açısından en dezavantajlı kesimi oluşturur; özellikle de çocuklar son derece hassastır …
Gıda güvencesizliği yaşayan çocuklar toksik kimyasallara gıda güvencesi içindeki akranlarına kıyasla daha fazla maruz kalır.
Yetersiz beslenen, özellikle kalsiyum ve demir gibi besin öğelerinden eksik beslenen çocuklarda bağırsaklardan kurşun emilimi çok daha fazladır. 5
Kurşun çocuk sağlığını tehdit eden bir numaralı toksik kimyasaldır.
Kurşun vücuda girdikten sonra beyin, böbrekler, karaciğer ve kemikler gibi organlara dağılır; dişlerde ve kemiklerde depolanır ve zamanla buralarda birikir. Kemikte depolanan kurşun, hamilelik sırasında kana karışabilir ve fetüsün sağlığını tehlikeye sokar.
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre, çocuklarda kan kurşun düzeyinin zararsız olarak nitelenebileceği güvenli bir eşik düzey yoktur. En düşük düzeyde maruziyet bile bilişsel gelişimi, dikkat süresini ve akademik başarıyı olumsuz etkiler.
UNICEF’in 2020 raporuna göre dünya genelinde 800 milyon çocuk kurşun zehirlenmesine maruz kalıyor; bu çocukların beyin gelişimleri geri döndürülemez biçimde zarar görüyor.6
Barış savaşın, çatışmanın sona ermesi, görülür şiddetin bitmesi anlamına gelmez sadece. Gelmemeli. Gerçek bir barış, silahlar sustuğunda, sulh zamanlarında da çocukların toksik kimyasal maddelere maruz kalarak bedenlerinin ve zihinlerinin yavaş yavaş tahrip edilmesinin önüne geçerek sağlanabilir.
Savaş açık, hızlı seyreden, etkileri görülebilen bir şiddettir; toksik kimyasal maruziyeti ise dikkatle bakmadıkça görülemeyen, yavaş seyreden bir şiddettir.
Savaşın, çatışmaların, zorunlu göçün çocukların sağlığında yol açtığı tahribatın izini barış zamanlarında da sürebilmemiz gerekir; dahası bunu tüm çocuklar için yapabilmeliyiz. Savaş ve çatışma bölgelerinde yaşayan çocukların kaderi ile görece barış içinde evinde, okulunda, kreşte eğitim gören, sokakta oynayan çocukların kaderi toksik kimyasal maruziyeti açısından ortaktır çünkü. Karşı karşıya kaldıkları şiddet biçimi aynıdır. Yavaş şiddetin yol açtığı sağlık zararları açısından arada sadece derece farkı vardır.
Çocuk sağlığını korumak için ne yapacağız sorusu barış müzakerelerinin asli tartışma konularından biri olmalı. Bu çerçevede atılacak adımlar doğrudan toplumsal devamlılığın, toplumsal gelişim ve üretkenliğin geleceğini belirleyecektir. Bu da müzakerelerin “çocuk hakları ve sağlığı” ekseninde somut hedefler içermesi gerektiğini gösterir.
Bu bilgiler ışığında bakıldığında, toksik kimyasal maruziyeti örneğin kurşun zehirlenmesi yalnızca çatışma dönemlerinin toksik mirası değildir; barış zamanında da sanayi bacaları ve ergitme tesisleri, kurşun-asit akü geri dönüşümü ve hurdalıklar, eski kurşunlu boyalardan dökülen tozlar, kurşun servis hatları/sıhhi tesisat kaynaklı içme suyu, kurşunlu sır kullanılmış seramikler, baharat/kozmetik (ör. sürme) ve oyuncaklardaki uygunsuz katkılar, kapalı atış poligonları ve trafik mirasıyla kirlenmiş yol kenarı toprakları gibi çok sayıda gündelik maruziyet yolu üzerinden sessizce sürer.
Özellikle 0–6 yaş çocuklar, el-ağız davranışı ve daha hızlı emilim nedeniyle ev tozu/okul tozu/toprak yoluyla kronik, düşük doz alırlar; bu dozlar belirti vermeden yıllarca birikir, IQ kaybı, dikkat eksikliği, konsantrasyon bozukluğu, davranış sorunları ve eğitim başarısında düşüş gibi bilişsel sistemin olumsuz etkilenimine bağlı çeşitli sorunlara yol açar. Bu sorunlar sosyal olarak eşitsiz dağılır (yoksul mahaller, sanayiye/ana yollara yakın evler, kayıt dışı geri dönüşüm alanları) ve gebelikte plasenta yoluyla bir sonraki kuşağa taşınabilir.
Tam da görünmezliği, gecikmeli etkileri, birikimsel doğası ve kuşaklar arası zararı yüzünden kurşun maruziyeti, barış içinde dahi “yavaş şiddet”in tipik bir örneğidir;7 bu nedenle barış politikaları kurşun maruziyetini ortadan kaldırmayı, ev, okul tozu ve içme suyu denetimini ve rutin çocuklarda kan kurşun seviyesi (BLL) tarama çalışmaları yapılmasını içermeden tamamlanmış sayılmaz. Sayılmamalıdır.
Türkiye’de yaklaşık 6,3 milyon çocuğun kurşuna maruz kalma açısından risk altında olduğu tahmin ediliyor.8 Bu mesele sadece Türkiye ile de sınırlı........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
John Nosta
Daniel Orenstein
Beth Kuhel