Hiçbir şey böyle yaşamaktan daha korkunç değil!
Güneşe ateş açılan mevsim geldi, geçiyor bile. Üç yanı masmavi sularla çevrili yarımada ülkemde, mesai boyunca aklımıza en çok gelen şey; kendimizi bir deniz kıyısına atıp özgürce bir tatil yapmak. Kendini denize atamayanlar varsa eğer, onlara tavsiyem: Elektrik faturasının yüzde 65’ini zaten devlet ödüyormuş(!), klimaları sonuna kadar açın dostlar. Bu sıcak günler biz emekçiler için başka türlü çekilmez. Klimalar açıldıysa eğer, her yanından sorun fışkıran bu coğrafyada neden tatil yapamadığımızı tartışalım.
İnsan, zaten sinir ve stres altında yaşamaya çalışırken; bir de karabasan gibi çöken sıcakların ortasında, masmavi, buz gibi sulara şöylece kendini bırakmak istiyor. Bütün dertlerin son bulmuş gibi olduğu o anda, yüzünü uçsuz bucaksız suya döndüğünde senden keyiflisi olmuyor. Hele ki sudan çıktığında seni bekleyen buz gibi bir bira varsa, hayat daha da yaşanılabilir bir hale geliyor —tabii overthink (çok düşünme) peşini bırakabilirse…
Dedim ya, tek sorunumuz hiçbir zaman kendimizi denize bırakmak olamıyor. Patlamış bir volkanın lavlarının bir adayı sarması gibi, her yanımız sorunla doldu. Ev kiralarından geleceksizliğe, LGBTİ hak ihlallerinden kadın cinayetlerine, asgari ücretten gıda güvensizliğine, hayvan haklarından siyasi mahpuslara, ifade özgürlüğünden polis şiddetine, ekonomik krizden doğa talanına, mülteci krizinden açlığa, eğitimdeki gericilikten yolsuzluğa… Say say bitmeyen dertler ülkesiyiz.
Bin bir sorunumuzdan birisi de kıyıya yanaşan köpekbalıkları… 2023 yılında Mısır’da köpekbalıkları, denize giren Rus bir turisti ısırarak öldürmüştü. Bu haberi gördüğümde, sevdiğim bir aktiviteyi yaparken besin zincirine katkı sağlayıp ölmek fikri, çok da kötü gelmemişti. Elbette ölen kişi için üzgünüm. Ama nedense o an, içinde bulunduğum hayat yerine, bir yerleri gezerken vahşi bir hayvanın saldırısına uğrayıp ölmek daha fantastik ve yaşamaya değer gelmişti. Tabii tüm bunlar yaşanırken köpekbalıklarının neden Akdeniz, Ege ve Marmara’yı mesken tuttuğu pek konuşulmadı. Konuşulmayan her şey gibi bu sorun da günden güne katlandı ve Türkiye’nin eşsiz koylarında ardı ardına köpekbalıkları görülmeye başlandı.
Ama bu canlılar benim romantize ettiğim gibi, kendisini besin zincirine armağan etmek isteyen birisi için buralara kadar gelmiş olamaz. Kan kokusunu kilometrelerce öteden alabilen bir köpekbalığıysan eğer, senin de eğlencen o kan kokusunun kaynağını bulmak olmalı. Öyle de oldu. 2011 yılında başlayan Suriye İç Savaşı’ndan kaçmak isteyen insanlar katledilmemek, hapsedilmemek için akıllarına gelen her yolu denediler. Bu yollardan birisi de denizden botlarla kaçmak oldu. Kaçmayı başaran insanların bir kısmı artık komşumuz, arkadaşımız, aşkımız olurken, kaçarken hayatını kaybedenler de kalbimizde bir yara oldu. Tıpkı Türkiye’de kendisine yaşam bulamayan ailesi ile Avrupa’ya kaçmaya çalışırken botları batan ve cansız bedeni kıyıya vuran Aylan bebek gibi… Ailesinden geriye kalan tek fert olan ve hikâyesi bilinmeyen, adı bile duyulmamış onlarca kişinin cansız beden, ise zaman zaman sahillere vurmaya devam etti ve ediyor.
“Köpekbalıkları tek damla kanın kokusunu kilometrelerce öteden alabilir.” Bu bilgi beynimde mıh gibi bir yere saplandı ve her “Köpekbalığı kıyıda görüldü” haberinde, adını bile bilmediğim yüzlerce insanın acısını içimde hissediyorum. Resmen başlamış bir 3. Dünya Savaşı’nın ortasında, aklıma hep Aylan bebekler ve onların aileleri, arkadaşları, akrabaları, komşuları ve maalesef kaderdaşları geliyor. Sadece masumların öldüğü bu savaşlar, keşke iktidarların boş bir arazide Rus Ruleti oynamasıyla gerçekleşseydi. Hayatta kalan diktatöre de altın bir taht verirdik ve bitmek bilmeyen iktidar hasretini orada oturarak atardı. Arada da kendisine “Padişahım çok yaşa!” demeyi ihmal etmezdik. Yeter ki bizi bir salsınlar…
Gönül isterdi ki, bu 0-3 yaş aralığında takılı kalmış hayallerim gerçekleşsin. Ama maalesef gerçeklik; Türkiye’de kadınların ve LGBTİ ’ların, Suriye’de Alevilerin, İran, İsrail, Ukrayna ve Rusya’da sivillerin katledilmesi... Bunca acıyı kısacık hayatlarımıza sığdırmaya çalışırken; sokaktaki, denizdeki, havadaki bir hayvanın veya bitkinin daha huzurlu yaşadığını düşünmemiz bile bencillik olur. Çünkü bizlere yüzlerce ölüm şekli sunan ama huzurlu bir hayatı çok gören bu coğrafya, köpekbalığına da asla kolay bir hayat sunmuyor. Duyduğu kan kokusuna geldiğini sandığımız hayvan bile ne çileler çekiyormuş da sonradan haberimiz oldu.
Dünyanın her yanı belirli çıkar grupları tarafından talan edilirken ülkemizi yöneten (yönettiği şaibeli, sömüren desek de olur) AKP rejimi; köpekbalığının bile yaşam hakkını elinden almayı başarıyor. Marmara Denizi alınmayan önlemler, yapılmayan denetimlerden nemalananların çöplüğü haline gelmişti ve dört yıl önce denizin bile katledildiğini gözlerimizle görmüştük. Her güne yüzlerce ölüm sığdıran coğrafyamızda denizin bile öldüğünü bir şekilde gördük. Emeği geçen herkesi (!) kutluyorum. Koskoca denizi katletmek büyük çaba ister; bu da yine AKP’ye nasip oldu. Kendi halinde yaşayan bir köpekbalığıyken, üç-beş rant sevdalısının daha da kâr etmek için taktırmadığı filtrelerin kurbanı olmak nasıl bir rezalettir? Keyfi katledilen sokak canlılarını sayamıyorum bile.
Yaşam hakkı çalınmamış ‘zengin yandaş’ haricinde bizlere insanca bir yaşamı reva görmeyen bu rejim, halkın isyanını duydukça vites artırmaya devam ediyor. Demiştim ya say say bitmez sorunlar ülkesiyiz; kendimize mi üzülelim, hayvana mı, bitkiye mi, denize mi, toprağa mı? Ne için mücadele edeceğimizi şaşırdığımız ve içimizdeki her duyguyu sömüren bu iktidarın gölgesinde “Hiçbir şey böyle........
© Bianet
