Bu Anneler Günü’ne en büyük armağan! Şehitlerimizin gözü açık gitmesin Çocuklarımız ABD uşağı olmasın
Siz bu yazıyı okuduğunuzda gün, Anneler Günü.
Annesi olan olmayan mutlaka bilir.
Kaç yıl oldu kaybedeli desen, dur bir dakika diye takvime bakmaz, bilir. Aklından hiç çıkmaz ki kaybettiği tarih… Üzüldüğünde de… sevinçlerinde de paylaşanıdır.
Annesi olan, bir kuru telefon etmeyi unutsa bile şu günde ana yüreği yüzüne vurmaz… amaaan canım evladım… anneler günü de neymiş… sen benim canımın parçasısın… üzülme der…
Kıyamaz ki.
Onu unuttuğunuza, üzülmenize bile kıyamaz…
Şu giderek daha acımasız kurtlar sofrasına dönen… hep bana…hap bana… sistemler dünyasında O hâlâ karşılıksız verme ilişkisini yaşatmaya çalışandır.
Bütün kirliliğe karşın yine de direnen.
İlle biyolojik anne olmanız da gerekmez.
O karşılıksız emek verendir.
Brecht’in Çin söylencelerinden esinlenerek yazdığı, II. Dünya Savaşı’nın insanlığın değer yargılarını nasıl etkilediğini eleştiren, olması gerekeni betimleyen tiyatro oyunu Kafkas Tebeşir Dairesi’ndeki Gürcü köylü analık gibi…
Anamızı kaç yaşında kaybedersek kaybedelim “erken” ölümdür.
Bıraktığı boşluk büyüktür.
Ama evlat acısı gerçekten başkadır.
Yangısı hiç geçmez.
Kim bilir kaç kez o kahraman şehit anasını, o dimdik duruşunu, vatan sağ olsun deyişini izlerken, hele de evde yalnızsam… onun yerine de bağıra bağıra ağladım…
Büyük onurla.
Yalnız o mu…
Diyarbakır analarının sesleriyle kaç kez kucaklaştım:
-Benim ABD’ye uşaklık edecek oğlum yok! Diye emperyalizme parmağını sallayan analar…
Kavuşmaları, düğünleri…
Her seferinde ayağa fırladık
-Yeter artık! Yeter!
Bu terör bitsin!
Bir kez daha, bir kez daha ant içtik.
Bitireceğiz.
Yetmez, demiştik, dağdan inecekler, okullarını bitirecekler… bak yere çöküp oturamıyorum… dizlerim ağrıyor… buraya gelince kim bakacak bize… doktor olacaklar… yabancı diller öğrenecekler… turistleri ağırlayacaklar…
İlk önce köylerine gittik, çadıra gelmeden önce, ne ihtiyaçları var… teşviklerden nasıl........
© Aydınlık
