Gerçeklikten koparılan insan
Ulusal Kanal’da her cumartesi Yalancının Mumu programı yapıyoruz.
Haftanın yalanlarını toparlıyoruz ve onları işliyoruz. İşin ilginci, gerçekten yalanın dört tarafımızı kuşattığı bir toplumdayız. Bazen hangisini seçeceğimize bile karar veremeyip daha küçük yalanları elediğimiz oluyor.
Dönemin Cumhurbaşkanlığı İletişim Bakanı Fahrettin Altun, 26 Aralık 2021 günü, “Türkiye yalan habere muhatap olma noktasında dünyadaki birinci ülke olarak tespit edilmiştir.” demişti. Altun sözlerini şöyle açmıştı: “Oxford Üniversitesi Reuters Enstitüsünün 2018 yılında yaptığı bir araştırma var ki her yıl tekrar ediyor ve ilk olarak 2018 yılında yaptığı bu tespiti her seferinde de tekrarlamış oluyor. 2018'de yaptığı araştırmada, Türkiye yalan habere muhatap olma noktasında dünyadaki birinci ülke olarak tespit edilmiştir. Bu rapora göre 100 haberden 50'si yalan. Türkiye'yi muhatap alan, Türkiye'de üretilen haberlerin yarısı yalan. Buna mukabil İngiltere'de 100 haberden 15'i yalan, Fransa'da 12'si yalan, Almanya'da 9'u yalan. Bu noktadan baktığımızda bu küresel dezenformasyon problemini Türkiye'nin en fazla yaşayan ülke olduğunu görüyoruz.”
Bu uzun girişi şundan yaptım. Yeni Şafak’ta önemli bir haber vardı: “Sinema izleyicisi gerçekten uzaklaşıyor.” Haberde şöyle deniyor: “Ülkemizde son yıllarda çok izlenen filmlerin ‘gerçek’ hikaye ve yöntemden uzak türler olduğu göze çarpıyor. Animasyon ve fantastik yapımlar çok izleniyor. ‘Gerçek’ filmlerse sinemadan uzaklaşıyor. Festival filmlerini değil ama ticari sinemayı büyük bir sorun bekliyor.”
Bu konu yalnızca sinema ile sınırlı değil. Edebiyatta da durum böyle. Çok satanlara bakmak yeterli.
Yalan konusu tek başına ele alınacak bir konu değil.
“Gerçek”i de konuşmak zorundayız. Peki neden gerçekten kaçıyoruz?
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor. Her ekonomik sistem bir kültür yaratıyor. Bugün gerçeğin perde arkasına itilmesinde akılı yitiren ve giderek çürüyen emperyalizm var.
Dünyanın kaotik durumu, insanı gerçeklerden kaçırıyor. Tabiî burada esas konu sistem.
Emperyalist sistem “post”lar ve “neo”lar yarattı.
Bugün Postfordizm ve Neoliberalizm ekonomide hâkim konuma geldi. Kültürü de Postmodernizm oldu.
Özellikle Neoliberalizmin egemen olduğu 1980’lerden sonra Postmodernizm, iki “post” kavramını daha gündeme getirdi: Posthümanizm ve Posttruth. Bu iki kavram son on yıla sanattan edebiyata, kültürden basına damga vurdu. Sosyal medyanın ortaya çıkışı, bu iki kavramı besledi büyüttü.
Tekelleşme, ekonomideki mafyalaşma hümanizmi de yeryüzünden siliyordu. Kâr hırsıyla doğanın acımasızca yıkımıyla birlikte insanın yıkımı da başlamıştı. Bunun suçu yine insanda arandı. Posthümanizm, sahaya sürüldü. Artık insan düşman ilan edilmişti. Bunun altında insan gerçeğini ortadan kaldırmak vardı. Posthümanizm bu yüzden gerçeğe de savaş açtı. Artık sanatta maddesizleşme, edebiyatta insansızlaşma vardı.
Nesnellik de artık zararlıydı.........
© Aydınlık
