Faili meçhul yenilgi
Güzel bir film izlersiniz, daha başta sizi koltuğa oturtur, alıp götürür sizi, gözlerinizi perdeden ayıramazsınız. Zevkle, keyifle izlersiniz. Heyecanlanır, duygulanırsınız da… Ama sonu… Sonu kötü biter bazı filmlerin. Böyle bitmemeliydi dersiniz. Kabul edemezsiniz. Kime kızacağınızı bilemezsiniz. Kimdedir hata? Yönetmende mi, senaristte mi ya da kahramanımızın kabul edemediğimiz yazgısını yazan bilinmez bir güçte midir? Kahramanımıza hak etmediği o sonu, o kaderi hazırlayan her kimse kızarsınız.
Böyle bir sonu, o güzel hikâyeye yakıştıramazsınız. Her işin sonu önemlidir çünkü.
Kimi suçlayacağınızı bilemezsiniz.
Rıza Kayaalp’ın başarılarını ben de güzel bir filmi izler gibi izliyordum.
Spor tarihimizi madalyalara boğan, dünyayı titreten büyük bir şampiyon vardı karşımızda.
Bizimdi, aramızdan çıkmıştı bu yiğit.
Beş kez dünya şampiyonluğu, görülmemiş bir şey…
On iki kez Avrupa şampiyonluğu… Duyulmamış bir şey…
Biri gümüş, ikisi bronz, üç de olimpiyat madalyası…
Biz bu güzel filmin olimpiyat şampiyonluğuyla son bulacağına inanıyorduk, buna koşullanmıştık.
Rıza’nın tek bir ereği kalmıştı, olimpiyat şampiyonluğu. İlk iki basamağını rahatça çıktığı o kürsüde bir adım daha atmasına az kalmıştı. O basamağa beş kez dünya, on iki kez Avrupa şampiyonu........
© Aydınlık
