Süleymaniye Seyahatnamesi
Sabahın erken saatlerinde Diyarbakır'dan yola çıktık. Yanımda Mardin İl Başkanımız Zeynettin Bozan ve Aydınlık Gazetesi Diplomasi Muhabiri Yusuf Tuncer var. DEM Parti’nin davetlisiyiz. Erbil’e, oradan da Süleymaniye’ye uzanacağız. PKK’nın silah bırakma merasimine katılmak için yoldayız.
Otobüs, Diyarbakır caddelerinden ağır ağır süzülürken, bagajına binlerce hikâyeyi yüklemiş gibiydi. İçeride DEM Parti’nin genel başkanı, genel merkez yöneticileri, milletvekilleri… Herkes birbirini tanıyor; kahkahalar, fısıltılar, tanıdık selamlar… Bir tek biz yabancıyız.
Yaklaşık 10-12 saatlik bir yol var önümüzde. Bizimle tanışanlar ilk başta biraz şaşırıyor. Siyaseten hep yan yana oldukları kimi partiler bile türlü bahanelerle bu daveti geri çevirmişken… Biliyorsunuz; isteyen yol bulur, istemeyen bahane.
Herkes ipek sedirler gibi uzanan Mezopotamya ovasına dalmışken, ben düşünüyorum: Kürtlerin hakları çiğnendiğinde, en önde kimin durduğunu… O günlerde herkesin sesi içine kaçarken, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in serhildanların en önünde yürüdüğünü… Vedat Aydın’ın cenazesinde kitlenin nasıl korunduğunu…
Silahlı mücadeleyi daha 40 yıl öncesinden başarısızlığa mahkûm bir yol olarak gören, Kürt meselesini emperyalist seçenekleri dışlayarak çözmeyi savunan bir çizginin temsilcisi olduğumuzu… Zonguldak işçileriyle Botan köylüsünü yan yana getiren, Fırat'ı iktisadi ve siyasi sınır yapanların aksine, Cudi Dağı’nın eteklerinden yükselen o kardeşlik sloganlarını…
Kontrgerillaya karşı yitirilen şehitlerimizi… Bismil’de toprak ağalarına karşı yoksul Kürt köylüsüyle omuz omuza verdiğimiz o amansız mücadeleyi… ABD’nin 1991’deki Körfez saldırısından sonra Kürt meselesinin nasıl emperyalizmin kucağına itildiğini anlatan konferans salonlarındaki uzun, inatçı cümleleri… Diyarbakır’a karpuz değil, cesaret eken o cürreti…
Ve belki en önemlisi, “Kürdistan sömürgedir!” tezinin arkasına saklanan ayrılıkçı hayalleri nasıl parçaladığımızı… Milli meselenin çağımızda emperyalizme karşı mücadele meselesi olduğunu haykıran o sarsılmaz irademizi…
Ayrı örgütlenmenin ayrılığa, birlikte örgütlenmenin birliğe götürdüğünü savunan felsefemizi…
Türk-Kürt kardeşliği davasına ömrünü adamış fedailerimizi… Bayram Yurtçiçek’i, PKK’dan 9 kurşun yiyip ölmeyen Haluk Mihailoğlu’nu, kontrgerillaya verdiğimiz şehidimiz Halit Güngen’i… Yıkılsın ağalık, yaşasın Cumhuriyet parolasının nöbetçisi Muhyettin Öksün’ü... 32 yaşında PKK pususunda Türkiye’nin birliği için şehit olan devrimci öğretmen Zeki Ön’ü...
Aslında bizim hiç de yabancı olmadığımızı… Her yönüyle Kürt meselesini bildiğimizi, yaşadığımızı, çözüm için her zaman bilimsel, cesur ve kararlı davrandığımızı… Yarım asırdır PKK’nın silah bırakması için büyük bir çaba verdiğimizi ve bu başarıyı kendi başarımız olarak da gördüğümüzü…
Düşünüyorum, düşünüyorum. Bunca tecrübenin sorumluluğu şimdi bizim omuzlarımızda. Büyük bir yük. Anlatacak çok şeyimiz var; sakince, yeri geldiğinde kuracağımız temaslarda paylaşmayı tasarlıyoruz.
Herkes bize karşı nazik. En net muarızları oldukları Vatan Partisi’nin Türkiye’nin geleceği açısından böylesine kritik bir meselede elini taşın altına koymasına herkes saygı duyuyor. Gelme amacımız soruluyor. Bu meselenin çözümüne katkı sunacak fikirlerimizi anlatma fırsatı buluyoruz. Hepsi kabul edilmese de ortaklaşmanın boyutu umudumuzu büyütüyor.
Yanımıza ilk olarak DEM Parti MYK üyesi İlknur Birol geliyor. Güleç, içten ve nazik. “Hoş geldiniz” diyor. Tanışıyoruz. Burada olmamızın büyük anlam taşıdığını düşündüğünü söylüyor. Bu davete sadece bir gözlemci olarak gelmediğimizin farkında olması bizi mutlu ediyor. Yolculuğun bu aşamasında neler düşündüğümüzü soruyor.
Umutlarımızın olağanüstü yüksek olduğunu anlatıyoruz. Tereddütlere sığınıp, bahanelere tutunarak, kara taşların ve kara niyetlerin arkasında başarısızlığın pususuna yatanları utandırmak istediğimizi söylüyoruz. Korkanların, kısık sesle konuşanların değil; Türk’üyle, Kürt’üyle tüm milletin emperyalizme karşı birleşme davasının bilincini taşıdığımızı ifade ediyoruz.
Diğer partilerin birbirine bakarak, “kamuoyu bize ne der” kaygısıyla geri durmasını eleştiriyoruz. İlknur Hanım’ın yüzünde berrak bir hak verme görüyorum. Birikimli, nazik bir kişilikten takdir görmek moralimizi yükseltiyor.
Kendi fikirlerini de açıklıyor. Türkiye’nin yeni bir dil inşa etmesine öncülük etmemiz gerektiğini söylüyor. “Teröristler, teröristbaşı, bebek katili” gibi kavramlarla bu sürecin yürüyemeyeceğini anlatıyor. Paylaştığımızı söylüyoruz; tarih boyunca en karşıt olduğumuz dönemlerde bile “bebek katili” gibi sıfatları kullanmadığımızı dile getiriyoruz.
“Çok iyi biliyorum.” diyor.
Habur Sınır Kapısı’na varmışız bile. Zeynettin Bozan ile birbirimize bakıyoruz, ne kadar hızlı geçtiğine ikimiz de şaşırıyoruz. Zeynettin Bozan diyor ki: “Bu sorun çözülürse, bu sınırlardan artık kavmiyetçilik geçmeyecek.........
© Aydınlık
