Yokluk dönemlerinden geçtiğimiz o günler
Kadınlar, çoluk çocuk su bakraçlarını alıp omuzluklarla, mahallede bir iki çeşme varsa şanslı sayılırdık, heyecanla gecekondudan hallice bahçeli küçücük evlerimizin bulaşık ve çamaşırlarını yıkamak ve susuzluğumuza ihtiyaç olan suları, binbir meşakkatle, metrelerce dere tepe bayır aşarak, bakraçları doldurur, evlerimize taşırdık.
Ekmekler şimdiki gibi kapımızın dibinde fırınlarda değil, küçük şirin bakkallarımızdan alırdık. Bisküviler ambalajlı değil, teneke kutular içinde adet adet kuruşuna göre sayılı olarak bakkal amcamız verirdi. Bakkallar, mahallemizin muhasebe kaydını tutan mali müşaviri gibi çoğu hanenin bakkal defter kayıtlarını tutardı. Ay sonunda müsait olanlar maaşlarını alır almaz bakkal ve esnafa borcu olanlar, borçlarını kapatırlardı. Mahalleler kendi içlerinde birlik ve dayanışma içinde, komşuluk ve paylaşma içgüdüsüyle saygı ve hoşgörüyle birlik ve beraberlik örneği gösterirlerdi.
Yaşadığımız yer, İstanbul’un Sarıyer’in Çayırbaşı semti, 1980’li yılların başında daha elektrik direkleri dikilmemişti. Çoğu evde aydınlatma ihtiyacını gazlı ve küçük tüplere takılan lüks lambalarıyla karşılanırdı. Akşam olduğunda mahallemiz (dağ evleri) ateş böceklerinin aydınlatması gibi her camdan ışık süzmesi sokakları aydınlatır, evlerine çekilen ahali halkı sıcak sobanın başında kimi sohbet eder, kimi hüzne dalar, kimi de hayaller kurarak yokluğun hüznünde geleceğin hayallerini kurardı.
Mahallemizin yolları topraktandı. Yağmur yağdığı zaman o toprak mis gibi kokar, insanın içine işlerdi. Yollarında yürüdüğümüz toprak bildiğin balçık haline gelir, giydiğimiz pantolonların paçaları hep çamur olurdu. Yüzler her zaman güler, yaşadığımız ana şükreder, sabahları tüm mahalle halkı, kimi okuluna, kimi işine yollara koyulurdu.
Otobüsle işine ya da okuluna gidecekler, yarım saat yürümeyle........
© Analiz
