İşçilerin yüz yılına bakmak
Cumhuriyet'in 100. yılının çağırdığı simgesellik birçok başlıkta muhasebeye vesile oldu; 2023'ten bu yana bu toplu bakışlar hâlâ sürüyor da. Kısa bir süre önce yayınlanan “Cumhuriyet'in İlk Asrında İşçiler”, Tarih Vakfı Yurt Yayınları için İsmet Akça tarafından hazırlanan Cumhuriyet'in 100. Yılı Serisi'nin bir parçası. İşçi hareketi, işçi hareketinin siyasallaşması gibi başlıkları akademik olarak çalıştığı gibi, aynı konuları “sokakta” da takip eden M. Görkem Doğan bu cildin editörlüğünü üstlenmiş.
Muhasebenin türlü yolu var. Böyle zamanlar bütüncül bir bakış olanağı sunduğu gibi o zamana dek yerleşmiş tarih yazımına da müdahale, tashih ya da alternatif imkânı sunuyor. Doğan, çerçeveyi belirlerken önceliklerinin son 30 yılda ortaya çıkan “yeni” eğilimin altını çizmek olduğunu söylüyor. Eski ile kast edilen ve Cumhuriyet'in 75. Yıl Serisi'nde de izleri bulunan bakış, aslında akademiyi aşan bir yaygınlıkta karşılık buluyor; kökeninde de Doğan'ın deyişiyle “Türkiye kırsal bir tarım ülkesi o yüzden işçiler ve onların kitle seferberlikleri temel toplumsal meseleler değildir” varsayımı var. “Türkiye Cumhuriyetinin ilk asrı çok yukarıdan bakılırsa bir sanayileşme öyküsüdür ve dolayısıyla sınıflar mücadelesi, emek ve bunların dolayımındaki meseleler kenar süsü kabul edilemez. Cumhuriyet'in ilk asrını önemli ölçüde etkilemişlerdir” diyor Doğan. Bu yerleşik kabullere 1923'ü her şeyi izahta sıfır noktası olarak kabul etmek, “Endüstri Devrimi'ne” odaklanmak da eklenebilir.
Sınıftan eksilen gayrimüslimler
İşçi kime denir, bu topraklarda bir toplumsal hareket olarak işçi sınıfı nasıl oluştu, kapitalizm hangi yapısal dönüşümlerle inşa oldu; tüm bunları tarihte okurken gereken devamlılık Türkiye Cumhuriyeti öncesine bakmayı lüzumlu kılıyor. Kitaptaki makalesiyle bunu yapan ve kapitalist moderniteye odaklanmadan Cumhuriyet'i anlamanın güçlüğünden söz eden Y. Doğan Çetinkaya'ya Osmanlı işgücü içinde gayrimüslim işçilerin yerini sorarak daha geniş bir parantez açabiliriz.
19. yüzyılda farklı sektörlerde, zanaatlerde, tarımda, derken sanayi alanında ücretli emek ilişkisi yaygınlaşmaya başladıkça her imparatorluk gibi sınıflı bir toplumun üzerinde yükselen Osmanlı'da sermaye de, işçi sınıfı da çok cemaatli, çok dinli ve çok dilli bir yapı arz ediyordu. Burada anılması şart bir kopuş var Çetinkaya'ya göre: “ulus-devlet inşası, uluslaştırma süreci ve etnik temizlikler, soykırımlar ve mübadele gibi yöntemlerle farklı cemaatlerin çeşitli yollarla imhası”. Bu siyasal proje işçi sınıfından, işçi sınıfı hareketinden önemli unsurlarını koparmak, sosyalist ve Marksist akımların önünü kesmek anlamına da geliyordu. 1870'lerden sonra gelişen, 1908'den sonra yasal alanda daha etkili olmaya başlayan bu damar, ancak kimi tarihçiler tarafından hatırlanan bir birikim ve miras olarak kaldı. Toplumsal mücadele tarihi açısından çok önemli olan bu kopuşa elbette sermayenin millileştirilmesi de eşlik ediyordu. Şöyle tarif ediyor Çetinkaya:
“Avrupa'daki gibi ulus-devlet inşasının arkasında ulusal burjuvazinin milli iktisat anlayışı ve milliyetçi siyasal partileri yer aldı. Bu aynı zamanda gayrimüslim cemaatlerin her türlü sermayesine de çöküş süreciydi. Bunun öznesi, uzun yıllar sadece milliyetçi aydınlar ve devlet kadroları görüldü. Ancak arkasında çok aktif bir Müslüman/Türk burjuvazisi vardı. Bize hep yoktan bir ulusal burjuvazi yaratıldı hikâyesi anlattılar. Oysa onlar bu sürecin öznesiydi. Dahası farklı cemaatlerden unsurlarla bir sınıf kardeşliği çerçevesinde zaman zaman mücadele yürüten işçi sınıfı da ulusal çatışma ekseninde bölündü. Müslüman/Türk işçi........
© Agos
