ZULÜM VE ZÂLİM
Zulüm, Arapça kökenli bir sözcük olduğundan onun etimolojisi üzerinde durarak meseleyi açmak istiyorum. Araplar kurdun sürüye çobanlık yapmasına zulüm der. Bir şeyin durması gereken yerde durmaması, konması gereken yere konmaması; işkence, sınırı aşma, amaçtan sapma, karanlık ve karartma eylemlerine zulüm denir.[1]
Zulüm; bir şeyi eksilterek veya artırarak, zamandan veya mekândan saparak ait olmadığı yere oturtmaktır. Bu nedenle Araplar “Tulumun sütünü uygunsuz bir zamanda içtim.”[2] derken zulüm kelimesini kullanır ve zamansız içilen süte de zalîm der. Araplar az veya çok başkasının sınırına geçmeye, hakkı olmayanı almaya kalkmaya zulüm der. Tevhitten şirke,[3] ilimden cehâlete,[4] aydınlıktan karanlığa geçişe zulüm denir.[5] Zulmet de ışığın kaybolmasıdır.
Kök anlamı karanlık olan zulüm sözcüğü Kur’ân’da türevleriyle birlikte 315 yerde geçer ve bir şeyi olması gereken yerin dışına koymayı kasteder. Bu bağlamda sınırı geçme veya başkasının malına çökme davranışlarına zulüm denir.[6] Her türlü haksızlık ve kötülüğü yapma, gerçeği bile bile reddetme birer zulümdür.[7]
Hak yemek, hak yiyerek kendine yazık etmek, hakkı eksiltmek, hem gerçek hem de mecaz anlamda ışığın kaybolması, karanlığın çökmesi ve nankörlüğe zulüm denir.[8]
Zulüm, zarar vermek ve baskı yapmaktır. Zulüm kelimesi bi-zulm şeklinde kullanıldığında haksız biçimde suçlama; eksik, yetersiz veya kötü biçimde yapma anlamları kazanır. Zulmet, karanlık; zallâm, çok zâlim; ezlemu, daha zalim; muzlim, karanlıkta kalan, ışığı göremeyen anlamlarına gelir.[9] Zulumâtin selâsin (üç karanlık)[10] ise karın, rahim ve plasenta[11] anlamlarına gelir. Zulüm kökünden türeyen lem-tuzlim ifadesi “Gerektiği gibi davrandığı için eksiltmedi.” demektir.[12]
Zulüm, kişinin hak etmediği zarar veya hak edilen şeyin eksik verilmesidir. Zulmün tam zıttı, hakkın eksiksiz verilmesi anlamındaki insâftır. Adâlet ve kıst da zulmün karşıtlarıyken cevr, bağy, hezm ve ğaşm zulmün yakın anlamlılarıdır.[13] Kök anlamı şiddetli istek olan bağy, kişinin hakkı olmayan bir şeyi baskı yaparak ele geçirmesi; cevr, haktan sapmadır. Bu nedenle Araplar yoldan çıkana câre ‘ani’t-tarîgi[14] derler. Cevrin zıttı ise hakkı hiç kimseden kısmadan herkese dağıtma anlamındaki adâlettir. Hezm ise hakkı tamamen olmasa da kısmen eksik vermek veya almaktır. Araplar bir yöneticinin tüm halkı etkileyen zulmüne ğaşm der.[15]
Mûtezile’ye[16] göre zulüm, yanlışı engellemeyen veya fayda sağlamayan her türlü zarardır.[17] Cürcânî’ye[18] göre zulüm başkasının malına çökmektir.[19] Mâverdî’ye[20] göre kamu düzeni adâletle ayakta kalır, zulmeden devlet baskıcı yönetime dönüştüğü için meşrûiyetini[21] kaybeder. Ona göre devlet küfürle[22] ayakta durur, ama zulümle devam edemez.[23] İbn-i Teymiyye ise[24] “Allâh, küfür devletini[25] ayakta tutar, ancak Müslümanların da olsa zulüm devletini ayakta tutmaz. Dünya düzeni adâlet veya küfür ile devam eder, fakat içinde zulmü barındıran İslâm ile devam etmez.” demiştir.[26] Râzî’ye göre bir toplum Tanrı’yı inkâr ettiği için başına belalar gelmez, toplum birbirine karşı zâlimleşince başına belalar sel gibi akar ve yağmur gibi yağar.[27]
Zulüm kavramını İslâm ahlâk felsefesi içinde ilk ele alan düşünür Kindî’dir.[28] Kindî, zulmü adâletin karşıtı sayar. İslâm ahlâk literatüründe zulmü siyâset ve hukûk bağlamında ele alanların başında gelen Fârâbî ise[29] güvenlik, maddî imkân, sosyal konum ve makam gibi olanakların bireyler arasında liyakata göre paylaştırılmasına yönelik olarak iki çeşit adaleti gündem yapar. Fârâbî’ye göre imkân ve fırsatların kişilere gerekenden eksik verilmesi bireysel zulme, fazla verilmesi ise toplumsal zulme neden olur.[30]
Kur’ân; vicdân, sağduyu ve akıl bileşenlerinden oluşan güçlü bir bileşkenin zulüm işlenmesine engel olacağını belirtir.[31] Çünkü bir eylem vicdândan topluma yayılmışsa o eylemde sağduyu ve ortak akıl egemen olacağından zulme karşı direnmek, vicdânî eylemin kaderine dönüşür.
Emeğe çökerek veya ahlâk ve hukûka dayalı alışverişi hiçe sayarak insanların alınterine, hak ettiği kazanca göz dikenlere dünyayı dar etmek zulümle mücâdelenin en önemli motivasyonlarından biridir.[32] Kurduğu kapitalist, sözde legal,[33] özde mafyatik ve görünüşte âdil düzenle halktan çalıp kendine servet tepeleri oluşturan zâlimlerle savaşmak Kur’ân’ın zulme direniş yöntemlerindendir.[34]
Kur’ân; insanlığın bir döneminde barış, güven, eşitlik ve özgürlüğün egemenken kadın ve erkeklerin biriktirme tutkusuna kapılıp paylaşım, dayanışma ve merhametten uzaklaşarak kendilerine zulmettiklerinden bahseder ve bu zulmün tüm insanlığı kapsayan bunalım çağlarının başlangıcını oluşturduğunu belirtir.[35]
İnsanlığın tarihsel yolculuğunda Nûh toplumu egemenleri ve ürettikleri sosyal hiyerarşileri[36] dîn, sembol ve tanrılar üzerinden ayakta tuttukları için kendi kendine zulmetmiştir.[37] İsrâil oğullarının Mûsâ’ya “Vicdân, sağduyu ve aklın kesin sonuçlarını görmedikçe sana güvenmeyeceğiz.” demeleri, sermâyeye tapmaları, kapitalist ekonomi-politik düzen kurmaları[38] ve ellerindeki fazlalıkları ihtiyaç sahiplerinden kaçırmaları........
© Adil Medya
