menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

ALLÂH NEYİN KARŞILIĞI? (7)

13 0
12.01.2025

Kıyâmet gününde insanlar toplanınca Rab ‘Kim benden başka bir şeye tapıyorsa taptığı şeye uysun.’ deyince Güneş’e, Ay’a ve puta tapanlar onlara uyar. Sonra ümmet ile münafıklar kalır. Allâh bu topluluğa tanımadıkları bir surette yaklaşır ve ‘Rabbiniz benim.’ deyince oradakiler ‘Senden rabbimize sığınırız. Rabbimiz bize gelinceye kadar yerimizde kalacağız. Onu tanırız.’ derler. Derken Rab, onların tanıyacağı surette gelir ve ‘Rabbiniz benim.’ deyince ‘Sen rabbimizsin.’ derler. Allâh onları cennete çağırır ve cehennem üstüne sırat kurar. Peygamberler arasında ümmetiyle birlikte sırattan ilk geçen ben olurum. O gün peygamberler dışında kimse konuşmaz.[1] hadîsinde Tanrı, bir insan gibi davranır ve konuşur. Hâlbuki böyle bir olay ne olacak ne de insanları yanıltmaya çalışan bir Tanrı olacak. Bu anlatım bir kurgudur.[2] Tanrı, insanları deneyen ve insanlarla konuşan nitelikleriyle kapalı istiâre[3] sanatı çerçevesinde anlatılmıştır. Kıyâmet, Kur’ân’da devrim için ayağa kalkış süreci olduğundan devrim ortamında pek çok sahte liderin çıkacağı, insanların bunlara karşı uyanık olması gerekeceği vurgulanır. Çünkü eşitlik, barış, kardeşlik ve özgürlük devrimi gerçekleşinceye kadar kurulu düzen bozulacak ve ortamı bir kaos kaplayacağı için devrim yoldaşları önüne çıkan her karizmatik kişiyi lider görmemeli ve peşine takılmamalıdır. Yoksa devrim, daha doğarken ya ölü ya da sakat doğar.

Arapçada bir nesne olgunlaşana kadar o nesneyi aşama aşama besleyip büyüten, basamak basamak eğitene rab denir. Rab sözcüğü fâil (özne, süje) anlamında bir mastardır, hem Tanrı için hem de Tanrı’dan başkası için kullanılır. Örneğin rabbu’d-dâr, ev sahibi; rabbu’l-feres, at sahibi demektir. Rabbâniyyûn, rabbânîler, bilgisini bir süreç içinde adım adım ilerletenler demektir. Erbâb, rabb’in çoğuludur. Râbbün/râbbetün, üvey çocuğunun bakım ve sorumluluğunu üstlenen kimse demektir. Üvey anne/babanın gözetim, bakım ve eğitiminde olan çocuğa rabiybun/rabiybetün denir. Rubbun, olgunlaşmış bir meyvenin suyu ile karıştırılmış tulumdur. Er-rebâbu, bitkileri zamana bağlı biçimde besleyip büyüttüğü için buluta verilen addır. Rubbe, bir nesnenin ara ara veya sık sık görülmesidir. Bu bağlamda bir varlığı en basit halinden en kaliteli ve karmaşık haline doğru yol aldırana rab denir. Rab, besleyen, büyüten ve donatan; varlığa babalık eden birisi olarak düşünülür. Bu varlık Tanrı, kral, toplum, sistem ve anne-baba olabilir.

Terbiye, rab kelimesiyle kökteştir. Terbiye etmek, varlığı yaratılış amacına uygun biçimde olgunlaştırma, varlığı kendi yazılım ve donanımını tanıyıp kullanabileceği yeterliliğe ulaştırma sürecidir. Yani eğiterek öğretmek ve öğreterek eğitmek terbiye etmektir.

Bu hadîste rabbin tanınması devrimcilerin zihinsel gelişim sürecinde etkili olan, devrime giden yolların inşâ edilmesinde önderlik ve rehberlik yapan kişi, kurum, kuruluş ve kadronun bilinmesidir. Cennet, Kur’ân’da barış, güven, adâlet ve özgürlük değerlerinin egemen olduğu; açlık ve çıplaklığın olmadığı; yoksulluk, kaygı ve korkuların bulunmadığı bir yer olduğu için bu devrimci kadro halkı ateş çemberiyle çevrili ortamdan kurtarır ve gerçek bir barış ve güven yurduna ulaştırır.

Vicdân elçisi Muhammed’in yaşadığı hinterlandda[4] Ur’un Ay tanrısı Nannar, “göğün güçlü genç boğası; Enlil’in en olağanüstü oğlu, sert boynuzlu boğa” biçiminde tasvir edilir. Babil’in Ay tanrısı Sin, “Enlil’in güçlü danası” diye adlandırılır. Mısır’ın Ay tanrısı ise “yıldızların boğası”dır. Güneş tanrısı Mısır’ın kudretli tanrısıdır. Ay’a tapanlar Mezopotamya halkları, Güneş’e tapanlar Mısır halkları ve puta tapanlar Araplardır. Muhammed, tanrısı somut nesne olmayan ve değerler etrafında omuzdaşlık yapan, evrensel insanlık değerlerini ayağa kaldıran, ekonomik ve sosyal bir devrim gerçekleştirme peşinde koşan, tarihsel süreç ve yerel gerçeklik çerçevesinde Allâh diye adlandırılan soyut bir Tanrı etrafında tüm insanlık değerlerini bayraklaştıran biridir. Bu yönüyle vicdân elçisi Muhammed, devrinin Tanrı-tanımazıdır. Yani Muhammed öyle bir tanrı betimlemesi yapar ki neredeyse yok demenin öbür tarafından dolaşmış gibidir. Örneğin bilgi, güç, yaratma ve etkileme yönlerinden sonsuz olup sesi duyulmayan, tadı bilinmeyen, kokusu alınmayan, dokunulmayan, hiçbir koşulda görülmeyen Tanrı yaklaşımı sessiz, kokusuz, tatsız, dilsiz, bedensiz, ne enerji ne madde olan, ne yerde ne gökte bulunan, yersiz ve yurtsuz, bekâr ve tek başına olan; şimdi nerede olduğu, ne yaptığı ve neleri planladığı asla bilinemeyen; ulaşılmaz, somutlaştırılmaz, resmi çizilmez ve heykeli yapılmaz bir Tanrı anlayışıyla belirginleşmiştir. Yani vicdân elçisi Muhammed Arabistan’ın tanrı piyasasındaki tüm tanrı algılarına karşı Tanrı “Hiçbir şeydir, ama her şeyin var edicisidir.” diyerek yeryüzünün tüm insan, resim, heykel, dîn adamı, hayvan, bitki, ruh ve nesnelerinden oluşan tanrılarını reddetmiştir. Böylece Muhammed Tanrı’yı evrenin görülemeyen ve bilinmeyenlerine katarak Arap yarımadasının insanını özgürleştirmiş, yarımada insanının mitler devrini kapatarak akıl çağını başlatmıştır. Ancak Arapların atacılığı, kabîleciliği ve mülkiyet ilişkileri; vicdân elçisi Muhammed’i Yahûdî peygamberlerine benzeterek yeniden kurgulamış; Kureyşli Arap Muhammed’e dönüştürerek onu öldürmüştür. Arap câhiliyesinin onurlu kurbanı olan Muhammed’in itiraz, isyan ve söylemleri, mezhep ve tarîkatlar ile saray ve saltanat ulemâsı tarafından ya balmumu heykel biçimine dönüştürülmüş ya da sözde kutsal bir lahite gömülüp mumya haline getirilmiştir. Böylece dînler ve mitolojiler çağından beslenen halkların da yeni Muhammed motifi ve dîn algısına inandırılması zor olmamıştır.

Günümüzün en büyük devrimi; vicdân elçisi Muhammed’i doğrudan doğruya Kur’an’dan beslenerek, antropolojik ve arkeolojik okumalar yaparak, tüm tarihsel kaynakları karşılaştırmalı irdeleyerek, Kur’ân devrine en yakın olan Arapça sözlükleri dikkate alarak diriltmektir. Böylece bir dîn adamı olmayan vicdân elçisi Muhammed mülkiyet, cinsiyet ve kavmiyet alanlarında yaptığı vicdân, sağduyu ve akıl devrilerimiyle tanınabilir; hatta adına İslâm denilen ama özünde bir mezhebin dîni olan sözde İslâm’dan kurtularak Kur’an’ın dîniyle tanışmak mümkün olabilir.

Yukarıdaki hadîste vicdân elçisi........

© Adil Medya