menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Öznenin dağılışı ve bedenin veri atlası -2-

10 1
30.09.2025

Öznenin dağılışı ve bedenin veri atlası -2- Posthumanist Perspektifler ve Yeni Akrabalıklar

MÜNİR KARATAŞ – İnsan-merkezli özne anlayışı, modernitenin en köklü mitlerinden biridir. Ancak bu mit, dijital çağın çok katmanlı ve karmaşık ağlarında çatırdamaya başladı. Posthumanist düşünürler özellikle Donna Haraway ve Rosi Braidotti, bireyin artık izole, bütüncül bir varlık olarak ele alınamayacağını; insan-makine-doğa kolektifleri içinde yeniden tanımlanması gerektiğini savunur.

Haraway’in “siborg” kavramı, insanın teknolojiyle kurduğu simbiyotik ilişkiyi vurgular. Akıllı telefonlarımızla geliştirdiğimiz duygusal bağlar, yapay zekâ ile yürüttüğümüz yaratıcı işbirlikleri, sanal gerçeklik ortamlarında kurduğumuz alternatif kimlikler, biyometrik veriyle çalışan giyilebilir sağlık cihazları ya da evcil hayvanlarımızın yaşam döngüsünü izleyen dijital platformlar, benliğimizin artık ayrılmaz parçalarıdır.

Bunun yanı sıra, çevrimiçi oyun evrenlerinde paylaşılan kolektif deneyimler, akıllı şehir altyapılarının günlük alışkanlıklarımızı şekillendirmesi ve sosyal medya algoritmalarının toplumsal etkileşim biçimlerimizi yönlendirmesi de bu simbiyotik yapının güncel örnekleridir. Bu bağlamda, “siborg” artık yalnızca bilimkurgunun bir figürü değil; gündelik yaşamın sıradan, hatta çoğu zaman fark edilmeyen bir normudur.

Benzer biçimde, Braidotti’nin “ilişkisel öznellik” yaklaşımı, kimliğin yalnızca insanlar arası ilişkilerle değil, makinelerle, doğayla ve diğer türlerle kurulan bağlar üzerinden şekillendiğini savunur. Burada öz-benlik, tekil ve kapalı bir “ben” olmaktan çıkar; çoklu ağların içinde akışkan, geçirgen ve sürekli yeniden tanımlanan bir varoluş formuna dönüşür.

Bir kişinin dijital ayak izi, yapay zekâ destekli öneri sistemleriyle şekillenen kültürel tüketim pratikleri, iklim değişikliğine karşı geliştirilen kolektif çevre teknolojileri veya küresel ölçekte paylaşılan açık veri tabanlarına katkısı, artık onun kimliğinin ayrılmaz boyutlarıdır. Böylece “özne”, yalnızca biyolojik bedenle sınırlı bir varlık değil, veri akışlarının, teknolojik ağların ve ekolojik ilişkilerin kesişim noktasında ortaya çıkan çok katmanlı bir süreçtir.

Bu perspektif, özne olma hâlini kökten yeniden düşünmeye zorlar. Geleneksel insan-merkezli anlayış, bireyi doğadan ve teknolojiden ayrı, özerk bir varlık olarak konumlandırırken; posthumanizm bu hiyerarşiyi ters yüz eder. Artık bir bireyin kimliği yalnızca biyografik anlatılardan değil; sosyal medya etkileşimlerinden, kullandığı fitness takip cihazlarının ürettiği biyometrik verilerden, ev içi nesnelerin (IoT) topladığı kullanım alışkanlıklarından, oyun platformlarındaki dijital avatarlarının deneyimlerinden ve hatta bahçesindeki kompost projesiyle ekosisteme sunduğu katkıdan bile şekillenebilir.

Bu durum, Haraway’in “yeni akrabalıklar” çağrısının somut bir tezahürüdür: İnsan, makine ve doğa arasında hiyerarşik olmayan, karşılıklı bağımlılık temelli bir bağ sisteminin parçasıdır. Ancak bu umut verici vizyona eleştirel bir mesafeyle yaklaşmak gerekir. Zira bu kolektiflik biçimleri, çoğu zaman platform kapitalizminin veri sömürüsüne dayalı ağlarında hapsolur. Özneleşme vaadi, teknoloji şirketlerinin kâr odaklı ekosistemlerinde başka bir manipülasyon biçimine mi dönüşmektedir?

Yine de posthumanizm, bu riskleri görmezden gelmeden bir çıkış hattı sunar. Homo Deus çağında Marx’ın yabancılaşma eleştirisi yeniden anlam kazanır: Birey artık yalnızca emeğine ve doğaya değil, teknolojiye de yabancılaşmıştır. Ancak posthumanist bakış, bu yabancılaşmayı salt bir kayıp........

© Açık Gazete