Öznenin dağılışı ve bedenin veri atlası -1-
Öznenin dağılışı ve bedenin veri atlası -1-
Kolektif benlik ve yeni akrabalıklar: Beden, makine, doğa arasında bir paradigma arayışı
MÜNİR KARATAŞ – Algoritmik yönetişim, gözetim kapitalizmi ve biyoteknolojik denetimin şekillendirdiği bir çağda, modernitenin özerk birey miti çöküşe uğramaktadır. Bu makale, posthümanist bir perspektiften özneleşme süreçlerini sorgulamakta; benliğin artık içsel ve bütüncül bir yapı değil, parçalı, ağsal ve algoritmik biçimde aracılanmış bir varlık formuna dönüştüğünü öne sürmektedir.
Michel Foucault, Gilles Deleuze, Shoshana Zuboff, Donna Haraway ve Rosi Braidotti gibi düşünürlerin kavramları aracılığıyla kimliğin veri madenciliği, dikkat ekonomisi ve platform-temelli davranış tasarımı gibi süreçlerle nasıl inşa edildiği ele alınmaktadır.
Makale, öz-benliği bireysel bir iç yolculuk ya da kişisel kurtuluş projesi olarak değil, kolektif özneleşme ve yeni akrabalık biçimleri doğrultusunda yeniden düşünmeye davet eder. Siborg, ilişkisel öznellik ve ekolojik gömülülük gibi kavramlar, hem kapitalist öznellik üretimine hem de teknolojik determinizme karşı direniş ve yeniden inşa olanaklarını ortaya koyar. Son kertede, makale özerkliği yalıtılmışlık olarak değil; teknolojik ve doğal bütünlükler içinde etik bir katılım biçimi olarak yeniden tanımlamayı önerir.
“Ben kimim? Teknolojisiz bir ‘ben’ mümkün mü? Benliğimin sınırlarını kim çiziyor?”
Bu sorular, önceki yazılarımda “Bedenin Tapınak Değil Hapishane” “Kendinden Kaçarken Kendine Daha Fazla Yakalanmak ve Zihnin Son Direnişi: Depresyon ” modern kimlik inşasının tuzaklarını sorgularken bıraktığım eleştirel izlerin devamı niteliğinde. Şimdi bu izleri daha da derinleştiriyor; bireyin özneleşme serüvenini mercek altına alarak, insan-merkezli öz-benlik mitini posthumanist bir perspektifle sorguluyorum.
Bu makale, insan, makine ve doğa arasındaki ilişkileri yeniden düşünerek, yeni bir varoluş paradigmasına çağrıda bulunuyor.
Modern çağın en güçlü mitlerinden biri bireyciliktir. Öz-benlik arayışını kişisel bir kurtuluş hikâyesine indirgeyen söylemler, sistemin tahakküm ağlarını görünmez kılar; bireyin yaşadığı çıkmazların sorumluluğunu yine bireyin sırtına yükler. Ancak içinde yaşadığımız dönem, sözün sistemsel bir sağırlaşmaya çarptığı epistemik bir felç çağıdır. Entelektüel söylemler çoğunlukla bu felci bireysel irade eksikliğiyle açıklayarak, yapısal şiddeti arka plana iter. Oysa gerçek tehdit, gözetim kapitalizminin algoritmik yapıları, biyoteknolojik kontrol rejimleri ve yaygın veri kolonizasyonu ağlarıdır. Bu sistemler, bireyi öngörülebilir davranış kalıplarına hapseden, özgür özneleşmeyi felce uğratan bir mekanizma olarak işler.
Bu bağlamda Gilles Deleuze’ün “kontrol toplumu” kavramı, bireyin özerkliğinin nasıl algoritmalar ve biyoteknolojik araçlarla kuşatıldığını çarpıcı biçimde ortaya koyar. Michel........© Açık Gazete





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein