Gig Ekonomisi: Dijital Emek, Algoritmik Tahakküm ve Sınıf Mücadelesi
Gig ekonomisi, dijital teknolojilerin gündelik yaşama nüfuz etmesiyle birlikte iş gücünün örgütlenme biçiminde köklü bir dönüşümün adı hâline gelmiştir. 2000’li yılların başından itibaren, çevrim içi platformlar üzerinden yürütülen, esnek ve “bağımsız” çalışma biçimleri hızla yaygınlaşmıştır. Bu yeni emek rejimi, bireylere zamansal özgürlük, kendi işinin patronu olma ve mekândan bağımsız kazanç sağlama gibi vaatlerle meşrulaştırılmakta; neoliberal öznenin arzu ve idealleriyle örtüşen bir retorik eşliğinde sunulmaktadır. Ancak bu söylemin ardında, güvencesizliğin olağanlaştırıldığı, denetimin algoritmik mekanizmalarla sağlandığı ve işveren sorumluluğunun kurumsal platformlar tarafından sistemli biçimde reddedildiği bir çalışma düzeni yer almaktadır. Teknolojik ilerleme söylemi ile emek güvencesinin ortadan kaldırılması arasındaki bu çelişki, gig ekonomisini sadece ekonomik bir yeniden yapılanma değil, aynı zamanda ideolojik ve sınıfsal bir yeniden konumlanma olarak ele almayı zorunlu kılmaktadır.
Küresel ölçekte, gig ekonomisi çalışanlarının sayısının 154 milyon ile 435 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir*.Bu devasa iş gücü, kapitalist üretim ilişkilerinin dijital çağda güncellenmiş bir biçimi olan platform kapitalizminin içine çekilmiştir. Gig ekonomisi, bireylere esneklik, bağımsızlık ve kendi zamanlarını yönetebilme vaadiyle sunulsa da, bu söylemin ardında daha derin ve sistemik bir sömürü yapısı yatmaktadır.
Marx’ın sınıf mücadelesi, artı-değer sömürüsü ve yabancılaşma analizleri, bu görünüşte yeni ama özü itibarıyla tanıdık olan sömürü rejimini çözümlemek için güçlü bir kuramsal çerçeve sunar.
Gig ekonomisi, neoliberal ideolojinin esneklik ve bireysel özerklik mitleriyle meşrulaştırılmıştır. Ancak Marksist bir perspektiften bakıldığında, bu model, kapitalist üretim ilişkilerinin platformlar üzerinden yeniden üretimidir. Platformlar, çalışanları resmi işçi statüsünden dışlayarak sigorta, kıdem tazminatı, sendikal haklar gibi sosyal güvenceleri devre dışı bırakır. Uber sürücüleri, kuryeler, freelance yazılımcılar ve veri etiketleyiciler gibi “bağımsız girişimciler”, gerçekte sıkı bir algoritmik denetim altında çalışan yeni dijital proleterya figürleridir. Ücretler, müşteri puanları, teslimat süreleri ve performans metrikleri gibi ölçütlerle belirlenirken, emeğin değeri piyasa tarafından değil, platformların karar verici algoritmaları tarafından şekillendirilir.
Bu yapı, Marx’ın artı-değer kavramını dijital platformlar üzerinden günceller. Emek süreci içinde yaratılan değer, komisyon kesintileri, görünürlük manipülasyonları ve algoritmik ücretlendirme yoluyla sermayeye aktarılır. Örneğin, bir kurye, “yüksek talep” saatlerinde çalışmak üzere gece yola çıkabilir, ancak platformun yüksek komisyon oranları nedeniyle kazancı minimuma iner. Çağrı merkezi çalışanları müşteri memnuniyeti puanlarına göre değerlendirilir; düşük........
© Açık Gazete
