Ahmet Hakan fena yanılmış
Hürriyet yazarı Ahmet Hakan’ın, “Sakallı cübbeli MOSSAD ajanları” yazısını, polisin başını eğerek yürüttüğü sakallı bir adam ile türbanlı bir kadının gözaltı fotoğrafları süslüyordu.
Ahmet Hakan, fotoğrafların altına “Bizim MİT, MOSSAD’a çalıştıkları saptanan bazı tiplere operasyon yapmıştı Türkiye’de. Operasyon yapılanlardan biri sakallı, cübbeli bir adamdı” yazmıştı. Sözlerini “Anladık mı, acaba sakallı cübbelilerin bile MOSSAD ajanı olabileceğini?” sorusuyla noktalıyordu.
Elbette sakallı, cübbeli, türbanlı insanlar da MOSSAD ajanı olabilir. Ama Ahmet Hakan’ın fotoğrafını bastığı sakallı ve türbanlı iki kişi MOSSAD ajanı değildi!
Fotoğraftaki türbanlı kadın ve cübbeli adam daha sonra serbest bırakılmışlardı. Maalesef gözaltına alınmalarını haber yapan Hürriyet ve Sabah gibi gazeteler, serbest kaldıklarını duyurmamıştı. Yeni Akit gazetesi yazarı Kenan Alpay da o zamanlar bundan yakınmıştı:
“MOSSAD ajanı olarak dört gündür teşhir edilen ‘sakallı cübbeli adam ve tesettürlü kadın’ dahil 19 kişi ilk mahkemede serbest bırakıldı. Göç İdaresi tarafından deport edildi. İddianameyi ve savunmayı görmeden, yargı sürecini izlemeden hüküm kurmak yanlıştır, bühtandır.”
Alpay’ın vurguladığı gibi, bu insanlara doğrudan ajan damgası vurmak yanlıştı. Ahmet Hakan, bu insanların serbest bırakıldığını görmemiş ya da unutmuş olabilir. Fakat 1.5 yıl önceki operasyonun sonucuna bakması gerekirdi. İşte böyle bellek bazen yanıltıyor insanı.
Melih Aşık, Milliyet’in kuruluş yıldönümü vesilesiyle kaleme aldığı “Milliyet meşalesi” yazısında Mete Akyol’un kendisine anlattığı Abdi İpekçi anısını aktardı:
“Her hekimin, mesleğinin A harfi olarak öğrendiği ‘Primium non nocere’ (Önce zarar verme) kuralını Abdi İpekçi, gazetecilik mesleğinin temeline yerleştirmiştir. İkinci olarak da ondan, gazeteciliğin bu kuralını öğrendim: ‘Kendi üzerine toz kondurmayacaksın.”
Melih Aşık’ın özetle alıntıladığım bu anıdan söz etmesinin nedeni, Milliyet’in efsane genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi’nin, “Türkiye’de gazeteciliğin kurumsallaşması” ve 1960’ta hazırlanan Basın Ahlak Yasası’na” katkısını somutlaştırmaktı.
Basın Ahlak Yasası, Türkiye’de gazetecilik birikimini yansıtan ve “ilkeli gazetecilik” doğrultusunda atılan ilk adımdı. Bu adımla “Basın Şeref Divanı” kurulmuş, o etkili olamayınca bu kez 1972’de yasa “Gazetecilerin Basın Ahlak Kuralları”na dönüşmüştü. Ve sonra Umur Talu öncülüğünde ve geniş katılımla “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi” hazırlanıp; 2000 yılında da binlerce basılarak uygulamaya sokulmuştu.
Bildirge, o dönem hem ülkemiz gazeteciliğinin hem de evrensel gazeteciliğin etik birikimini yansıtıyordu; hemen her alanda ayrıntılı etik ilkeler belirlenmişti. Adı bildirge olsa da bence Türkiye gazeteciliğinin ANAYASASI idi bu metin.
Halen de öyle ama gazetecilik dinamik bir meslek. Zaman içinde güncellenmesi zorunluluğu doğdu; 2019 yılında benim de içinde olduğum Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Meslek İlkelerini İzleme Komisyonu olarak bildirgeyi güncelledik.
Fakat aradan geçen yıllar özellikle dijital mecralarda yeni etik sorunlara neden oldu; kimi boşluklar doğdu. O nedenle komisyon olarak bir kez daha bildirge üzerinde çalıştık. Bildirgenin yeniden yapılandırılmasında Yasemin İnceoğlu ve ben ağırlıklı sorumluluk üstlendik. Etik ilkelerin günümüz medya ortamlarına uyarlanması için komisyon üyeleri Sibel Güneş, Belma Akçura, Ümit Aslanbay ve Tuğrul Eryılmaz ile de her aşamada yoğun işbirliği yürüttük. Nihayetinde bildirge tümüyle yenilendi desem yeridir. Dili de yenilendi, örneğin “basın”ın yerini “medya”nın alması gibi değişiklikler yaptık.
Dijitalleşmenin getirdiği etik sorunlara “Adil dijital ortam”,........
© 12punto
