menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Alev alev bir gerçeklik: Türkiye’nin yangınla imtihanı

14 10
01.08.2025

Türkiye’de artan orman yangınları, yalnızca iklim değişikliği ya da insan kaynaklı ihmallerle açıklanamayacak kadar karmaşık ve çok boyutlu bir tehdide dönüşmüştür. Yangınların sayısındaki hızlı artış, etki alanlarının genişlemesi ve yerleşim alanlarına kadar ulaşan risk, mevcut orman politikalarının, afet yönetimi sisteminin ve toplumsal hazırlığın yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Bu durum, çevresel olmanın ötesinde toplumsal, ekonomik ve yönetsel boyutlarıyla derinleşen bir krizdir. Etkin mücadele için ekolojik planlamadan hukuki düzenlemelere, teknolojik altyapıdan toplumsal farkındalığa uzanan bütüncül ve sürdürülebilir bir stratejiye acilen ihtiyaç duyulmaktadır.

2000’li yıllarda yılda ortalama 2 bin civarında seyreden orman yangını sayısı, 2024’te 3 bin 797’ye ulaşarak rekor kırmış; 2021’de ise 139 bin hektardan fazla alan yanmıştır. 2025’in yalnızca ilk iki gününde 10 bin hektarın kül olması, yangın tehdidinin ulaştığı boyutu net biçimde göstermektedir. EFFIS (Avrupa Orman Yangını Bilgi Sistemi) verilerine göre Türkiye, orman varlığına oranla bazı ülkelere göre daha az alan kaybetmiş gibi görünse de, yangınların yerleşim bölgelerine yakınlığı nedeniyle yaşanan can ve mal kayıpları çok daha ağır sonuçlar doğurmaktadır.

2025 yazında etkili olan aşırı sıcaklıklar ve şiddetli rüzgârlar, yangın riskini daha önce güvenli sayılan bölgelere dahi taşımıştır. İzmir ve Bursa gibi kentlerde binlerce kişi tahliye edilmiş, yüzlerce yangına müdahale için hava ve kara gücü seferber edilmiştir. 2024’teki toplam yanan alan miktarının henüz yıl ortasında aşılmış olması, Türkiye’nin yangın karşısında ne denli kırılgan bir noktada bulunduğunu gözler önüne sermektedir. Özellikle kent çeperlerindeki ormanlık alanlarda meydana gelen yangınlar; doğal yaşamın yanı sıra insan hayatını, tarımı, ekonomiyi, biyolojik çeşitliliği ve kentsel güvenliği doğrudan tehdit etmektedir.

Tüm bu yaşananlar, yalnızca müdahale kapasitesinin değil, aynı zamanda önleme, hazırlık ve koordinasyon süreçlerinin de ciddi biçimde güçlendirilmesi gerektiğini göstermektedir. Etkili bir yangın politikası ise yalnızca teknolojik araçlarla değil; eğitimli toplum, güçlü yerel yönetimler ve kurumsal iş birliğiyle mümkündür. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu yangın riski geçici değil; yapısal bir gerçekliktir. Bu nedenle afet yönetiminde parçalı çözümler değil, bütüncül ve uzun vadeli bir yaklaşım artık ertelenemez bir zorunluluktur.

Doğu Akdeniz Bölgesi, küresel iklim değişikliğinin en yoğun yaşandığı ve ısınmanın en hızlı gerçekleştiği alanlardan biridir. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Paneli (IPCC) raporları, bu bölgeyi 21. yüzyılda yaz sıcaklıklarındaki artış bakımından “iklimsel sıcak nokta” olarak tanımlamaktadır. Türkiye’nin güney ve batı kıyıları bu riskli kuşakta yer almakta; her yıl ortalamanın üzerinde seyreden sıcaklıklarla karşı karşıya kalmaktadır. Son yıllarda ise iklim değişikliğinin etkileri, yangın açısından önceki yıllarda düşük riskli görülen Güney Marmara, Batı Karadeniz ve Ege’nin iç kesimlerine kadar yayılmıştır. Bu durum, Türkiye’nin iklimsel kırılganlığının coğrafi olarak genişlediğini göstermektedir.

Artan sıcaklıklar, düşük nem oranları, kuvvetli ve değişken rüzgarlar, yangınların hem çıkış hem de yayılma olasılığını ciddi biçimde artırmaktadır. Özellikle kurak geçen sezonlar ve düzensiz yağışlar, ormanların nem dengesini bozarak bitki örtüsünü daha kuru ve tutuşabilir hale getirmektedir. Gece saatlerinde bile yüksek kalan sıcaklıklar, normalde nemlenmeyi sağlayan çiğ oluşumunu engellediğinden, yangınlar gece boyunca da hızla yayılabilmektedir. Bununla birlikte, sıcak hava dalgaları yangının ilerleme hızını artırarak müdahaleyi daha da güçleştirmektedir. Tüm bu koşullar, Türkiye’nin güney ve batısındaki orman yangınlarını artık geçici bir tehlike değil, kalıcı ve yapısal bir risk haline getirmiştir.

Türkiye’de orman yangınlarının ’ından fazlası doğrudan insan faaliyetlerinden kaynaklanmakta ve bu durum yangınların büyük ölçüde önlenebilir olduğunu ortaya koymaktadır. Kasten çıkarılan yangınlar genellikle rant, husumet veya sabotaj amaçlıdır; özellikle turizm bölgelerinde anayasal güvence altındaki ormanlık alanlarda çıkan ve imar şüphesi doğuran yangınlar kamuoyunda sıkça tartışılmaktadır.

İhmal sonucu çıkan yangınlar da en az kasıtlı olanlar kadar yıkıcıdır. Söndürülmeyen piknik ateşleri, ormana atılan sigara izmaritleri ya da mercek etkisi yaratan cam parçaları, özellikle kurak yaz aylarında büyük felaketlere dönüşebilmektedir. Bu risk, yaz aylarında yoğun nüfus çeken turistik alanlarda daha da artmaktadır.

Bir diğer kritik unsur ise bakımsız enerji nakil hatlarıdır. Rüzgârlı havalarda iletim tellerinden çıkan kıvılcımlar, kuru örtüyle birleştiğinde yangınların çıkış kaynağı olabilmektedir. Gelişmiş ülkelerde enerji altyapıları bu risk gözetilerek modernize edilirken, Türkiye’de hâlâ önemli açıklar bulunmaktadır. Kırsal alanlarda sıkça uygulanan anız yakma yöntemi ise kontrolsüz şekilde yayılarak orman yangınlarına zemin hazırlayan bir diğer etkendir.

Tüm bu risklerin ortak paydası, yetersiz eğitim ve düşük farkındalık düzeyidir. Kamu spotları, çevre bilinci çalışmaları ve yerel eğitim programları sınırlı kalmakta; yangınların insan eliyle çıktığı gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, önleyici eğitim kampanyalarının yaygınlaştırılması hayati bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Türkiye ormanlarının yaklaşık % 30’u meşe, % 23’ü kızılçam, % 17’si karaçam, % 7’si sarıçam, geri kalan % 23’ü ise farklı türlerden oluşmaktadır. Özellikle Akdeniz ve Ege bölgelerinde, suya az ihtiyaç duyan ve doğal olarak yetişebilen Kızılçam gibi iğne yapraklı türler yaygındır.

Özellikle kıyı bölgelerinde ısrarla Kızılçam dikilmesi ekolojik değil ekonomik gerekçelere dayanmaktadır. Zira bu tür, hızlı büyümesi ve sanayi odununa uygun yapısıyla öne çıkmaktadır. Ancak, yangına karşı bu kadar savunmasız bir türün büyük alanlara yayılması, felaketi davet eden bir tercihtir. “Çamdan başka yaşatılmayan” bir orman stratejisi, yangın riskini yapısal olarak artırmaktadır.

Kızılçam’ın yüksek reçine içeriği, yangının hızla ve sıcak bir şekilde yayılmasına neden olur. Özellikle rüzgârlı havalarda yangının kontrolünü zorlaştıran bu özellik, yangına karşı hassas olan türlerin hızla yenilenmesini sağlasa da, yangın sonrası oluşan bu döngü ekosistem için sürdürülebilir değildir. Yangına yol açan bu türlerin varlığı, uzun vadede daha........

© 12punto