Önümüzdeki Altı Ayda Paranızı Nasıl Yönetmelisiniz?
Başlığı görünce kimileri yüzünü ekşitip “Nereye baksak kriz var: jeopolitik gerilimler, siyasi belirsizlik, ekonomik dalgalanmalar, enerji ve güvenlik riskleri… Dahasi, hem bireysel düzeyde hem de devletin hazinesi bakımından çok ciddi para sikintisi var. Bırakın yatırımi, kısıtlı gelir ve artan harcamalar makası sürekli genişliyor, insanların iki yakası bir araya gelmiyor uzun zamandır” diyebilir, bu soruya burun kıvırabilirler. Hatta paranin kaynağı, vergilenip vergilenmedigi de sorulabilir.
Haksız da sayılmazlar.
Ancak, yine de olan ya da olmayan paranın nasıl yönetileceği, degerinin korunacagi, katma değer yaratılacağı sorusu hala beyinlerinizi meşgul ediyor. Paranın mevcut olduğu varsayılarak önümüzdeki altı ay için bir değerlendirme kaleme almak istedim.
Bugünün yatırım ortamı hiç olmadığı kadar karmaşık ve riskli.
Borsa, gayrimenkul, değerli metaller veya sabit getirili varlıklara yönelmek isteyenler için tek sorun hangi yatırım aracının daha kazançlı olduğu değil, aynı zamanda zamanlamanın da hayati önem taşıması.
Yatırımcılar, hangi göstergelere güvenebileceklerini, geleceğin ne getireceğini öngörmekte her zamankinden daha fazla zorlanıyor.
Eskiden olduğu gibi beş-on yıllık uzun vadeli planlar yapmak artık lüks sayılıyor; çünkü belirsizlik seviyesi o kadar yüksek ki karar alma süreçleri üç ila altı ay gibi kısa zaman dilimlerine sıkışmış durumda.
Bu kadar kısa vadeli düşünmek, yatırımcılar için hem fırsatlar hem de tuzaklar barındırıyor. Net sinyaller bekleyenler, bazen fırsatları kaçırırken, acele edenler de büyük kayıplar yaşayabiliyor. Ama bir gerçek var ki, oyunu kurallarına göre oynayanlar ve değişen dinamikleri iyi okuyanlar her zaman kazançlı çıkıyor.
Önümüzdeki dönem, risklerle dolu ama fırsatlar da var bol miktarda. Kimi kaybederken kimi beklemedik boyutlarda kazaniyor.
Küresel sağlık krizlerinden, jeopolitik gerginliklerden, ticaret savaşları, enflasyonist baskılar, döviz dalgalanmaları ve istikrarsız iç politikalara kadar hemen her alanda yatırım manzarası her gün yeniden şekilleniyor, bizi yeni seçim ve kararlara zorluyor.
Yatırım kararlarını alırken artık sadece ekonomik göstergelere değil, yerel ve küresel dinamikleri derinlemesine anlamaya, öngörüye dayanmak zorundayız
Bugün bizlere cazip görünen, yarın kaldırması zor bir yük haline gelebiliyor. Hatta nispeten istikrarlı yapılarıyla bilinen gelişmiş OECD ekonomileri bile hızlar değişmekte olan bu koşullara uyum sağlamakta zorlanıyor. Asya ve Latin Amerika’daki dinamik ekonomiler bu sarsıntıları derinden hissediyor, sarkaç her iki uca sallanıyor bir günden diğerine.
Oyunun kuralları gerçek zamanlı olarak yeniden yazılıyor.
Çin’de yıllar boyunca gözlemlediğim ilginç bir fenomen, bugün neredeyse aynı şekilde Türkiye’de de yaşanıyor. Çin’de, ekonomik politikalara duyulan güvensizlik, yapay olarak düşük faiz oranları ve sıkı sermaye kontrolleri nedeniyle yerel sermaye gizlice ülkeyi terk ediyordu.
Ancak bu sermaye, ironik bir şekilde “yabancı yatırım” olarak ülkeye geri dönüyor ve vergi indirimleri, düzenleyici ayrıcalıklar ve özel teşviklerden faydalanıyordu. Türkiye’de benzer bir olguya “bıyıklı yabancı sermaye” diyoruz; hatırlayanlar bilir, yerli sermaye önce İsviçre veya Hollanda gibi ülkelere çıkarılıp, ardından “yabancı” kılıfı altında Türkiye’ye geri getirilirdi, sermayeye daha fazla koruma, daha yüksek kâr ve bazen de itibar temizliği sağlamak için.
Bugün, bu döngü yeniden Türkiye’nin gündeminde.
Siyasi ve ekonomik belirsizlik nedeniyle yerli yatırımcılar güvenli limanlar arayışında. Ancak bu sefer adresler İsviçre veya Hollanda değil; Körfez ülkeleri, Kuzey Kıbrıs ve Londra. Saklı sermaye, yeni isimler ve belgelerle Türkiye’ye geri dönerek yine ayrıcalıklı muamele görüyor.
Türkiye’de birçok kişi bu durumdan hoşnut değil; bu para hareketlerinin vergiden muaf olmasına, dışarıya ya da dışarıdan içeriye (cogu para aklama amaçlı) servet transferlerine, dışa bağımlılığa ve ekonomik verimsizliğe yol açarak dış borcu artırdığını vurguluyor.
Mali şeffaflığın artırılması, servet beyanı zorunluluğu ve hesap verebilirliğin sağlanması gerektiğini savunuyorlar.
Ayrıca, finans piyasaları ile reel ekonomi, kalkınma ve üretken yatırımlar arasındaki bağlantının güçlendirilmesi gerektiğine dikkat çekiyorlar.
Öte yandan, Türkiye’nin kamu ve özel sektör dış borç toplamının yaklaşık 650 milyar dolar olduğu, buna karşılık yastık altındaki altın ve döviz birikiminin sırasıyla 310 milyar dolar ve 300 milyar dolar olduğu da tahmin ediliyor.
Eğer ekonomik yönetime duyulan güven yeniden tesis edilirse, bu varlıklar gün yüzüne çıkabilir ve ülke ekonomisine kazandırılarak finansal baskılar hafifletilebilir.
Yatırımcıların böyle bir ortamda uyanık olması, uykusuz geceler geçirmesi şaşırtıcı değil. Geçen yıl—hatta geçen ay işe yarayan strateji, yarın geçerli olmayabiliyor. Piyasalar artık öngörülebilir eğilimler ya da klasik döngülerle yönetilmiyor. Şimdi, aşırı tepki veren, hızlı değişen bir ortamda hareket ediyoruz.
Peki, böyle bir volatılite karşısında akıllı yatırımcılar ne yapmalı? Şayet soruyu bana yöneltiyorsanız, kendi birikim, deneyimim ve paramı nasıl değerlendirdiğim ışığında önümüzdeki altı ay için........
© 10 Haber
