menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Hızlı yaşa genç öl, cesedin yakışıklı olsun

27 1
20.04.2025

Geçen hafta bu köşede şöyle bir şey yazdım:

“Geçen gün Instagram’da boş boş bir takım videolara bakarken ansızın karşıma iki gökbilimcinin sohbeti düştü.

Aslında sohbet dört kişinin arasındaydı, sanırım bir podcast yayınından kırpılmış bir parçaydı ama ikisi gökbilimciydi.

Gökbilimciler, Einstein’ı ve görelilik teorisini anlatmak için şu örneği verdiler: Dördümüz yan yana durup Andromeda galaksisine baksak, her birimizin gördüğü yıldızların ışıkları arasında günler, haftalar, hatta aylar kadar fark olur.

Gerçekten de öyle: Yan yana duruyor bile olsanız, bizden 2,5 milyon ışık yılı uzakta olan bu galaksiden gelen ışığın kaynağından çıkışları arasında günler, haftalar, aylar, hatta belki yıllar kadar farklar olabilir.

Bu Einstein’ı anlamaya çalışırken hep aklımızda tutmamız gereken çok temel bir kuraldır: Hepimiz için geçerli bir “bu an” yoktur; her birimizin “şimdi”si kendimize özgüdür. Biz dünyada birbirimize yakın olduğumuz için bu “şimdi”ler arasında bir farkın olmadığını sanır, bir ortak “şu an” duygusuna sahip oluruz ama bu dünya üzerinde bile bir yanılsamadır.

Hatta şöyle söyleyeyim: Ayakta dururken ayaklarınızla başınız arasında bile bir ortak “şu an” yoktur.”

Sonra da bu hafta bu konuyu daha geniş yazma sözü verdim.

Konuyu haftaya bırakma sebebim, 18 Nisan’ın Albert Einstein’ın ölümünün sene-i devriyesi olmasıydı. Einstein, 18 Nisan 1955’te hayatını kaybetmişti.

Tabii, bize dönüp “Zaman insan aklının yarattığı bir kavram, doğada herkes için her yerde geçerli bir zaman kavramı yok” diyen bir adamı ölümünün 70. yılında anmak biraz tuhaf olabilir.

Zaman hakkında konuşurken aklımızda tutmamız gereken ilk şey, zamanın gerçekten de beynimizin ortaya çıkardığı bir “yapı” olduğu.

Hepimizin beyninde bir “kronoloji merkezi” var. Bu merkez, başımızdan geçen olayları bir sıraya diziyor. Önce A oldu, sonra B, sonra C…. diye.

İşte bu olayları başlangıcından sonuna doğru sıralayan beynimiz yüzünden zaman kavramına ihtiyacımız var, bunu aklımızda tutalım.

Ama tam da böyle olduğu için, zaman, Einstein’ın söylediği gibi kişisel bir şey, bireyden bireye, gözlemciden gözlemciye farklılaşan bir şey.

İstanbul’un eski camilerinin ayrılmaz bir parçasıdır, neredeyse her caminin bir de “muvakkithane”si vardır. Burada çalışan görevlinin işi ezan saatlerini hesaplamaktır. Çünkü, İstanbul’daki ezan vakti ile Kars’taki ezan vakti aynı değildir. Bugün hala böyle ama hesabı tek tek camilerin muvakkithaneleri değil merkezden Diyanet İşleri’nin uzman görevlileri Kandilli Rasathanesiyle birlikte çalışıp yapıyor. Yani, bırakın evrensel olmayı ülke çapında bile ortak bir saat yok aslında, herkesin zamanı kendine.

Aslına bakacak olursanız bu “ortak saat”........

© 10 Haber