Meclis’teki İklim Kanunu ve doğanın özneleş(tirilme)mesi
İklim Kanunu teklifi, modern bir çevre yönetimi olarak yorumlanabilir ama insan-doğa ilişkisinin ileriye doğru dönüşümünü içermiyor. Teklif, görüşmelerin başladığı 8 Nisan’da TBMM’de CHP, DEM, TİP ve EMEP milletvekilleriyle bir grup çevre aktivisti tarafından eleştirildi.
Türkiye, ilk İklim Kanunu teklifiyle “net sıfır emisyon” hedefini yasallaştırmayı ve iklim krizine karşı sistematik adımlar atmayı vadediyor. Şehirlerin iklim dirençlerinin artırılması, emisyonların yönetilmesi, yeşil finansman mekanizmaları, su ve gıda güvenliğinin sağlanması gibi birçok başlık, teknik düzeyde oldukça kapsamlı görünüyor. Ancak Türkiye’nin ilk iklim kanunu olacak bu metin, Antroposen çağın (insan çağının) gerektirdiği, insan-doğa ilişkisine bütüncül ve dönüştürücü bakış açısından ne kadar ileride?
Bir hukuk metninin biçimsel kapsamı, onun ruhunu belirlemiyor. Kanunun odaklandığı “yeşil büyüme” ve “emisyon ticareti” gibi kavramlar, iklim krizini sistemin dışında konumlandırarak teknik çözümlerle kontrol edilebilir bir sorun gibi sunuyor. Oysa biliyoruz ki iklim krizi, insan-doğa ilişkisinin ve kapitalist üretim biçiminin doğrudan sonucu. Bu kriz, sadece karbon hesaplarıyla yönetilebilecek bir “veri problemi” değil; siyasi, kültürel ve etik temelleri olan çok katmanlı bir krizdir.
Biyoçeşitlilik ve özgürlük
İçinde yaşadığımız çağ, yalnızca insan özgürlüğünü değil, tüm canlıların var olma hakkını yeniden düşünmeyi zorunlu kılıyor. Çünkü iklim krizinden öte bir sorunla karşı karşıyayız ve ne yazık ki bundan çok........
© yetkinreport.com
