menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Atatürk’ün liderlik mirası: “Savaş ve Barış”

9 0
yesterday

Filistin topraklarında 2023’ten bu yana sürdürülen intikamcı katliam operasyonlarında can veren sivillerin görüntüleri yüreklerimizi dağlarken; dünya orduları tarihinin şeref listesinde yer alan kurucu mareşalimizin devlet adamı olarak “Savaş ve Barış” alanında kazandığı deneyim ve birikimlerine dayalı özgün liderlik mirasını konuşmak anlamlı olacaktır.

Filistin topraklarında 2023’ten bu yana sürdürülen intikamcı katliam operasyonlarında can veren sivillerin görüntüleri yüreklerimizi dağlarken; dünya orduları tarihinin şeref listesinde yer alan kurucu mareşalimizin devlet adamı olarak “Savaş ve Barış” alanında kazandığı deneyim ve birikimlerine dayalı özgün liderlik mirasını konuşmak anlamlı olacaktır.

Öncelikle iki noktayı dikkatinize getireceğim:

İlki; Mustafa Kemal Atatürk’ün, 1905’ten 1918 sonbaharında Dünya Savaşı bitene kadar hayli geniş bir coğrafyada ordu karargâhlarında ve cephelerde bir imparatorluk kurmay subayı ve üst düzey uygulayıcı olarak 13 yıl çeşitli kademelerde komutanlık görevlerinde kazandığı birikimlerin oluşturduğu kuvvetli bir entelektüel arka plan vardır.

Diğeri, Atatürk’ün, savaşı idealize etmediği, bir diğer söyleyişle fazileti savaşta görmediğidir.

Savaşı ahlakileştiren ve rasyonelleştiren bir liderdir.

Bu yüzden savaşın nasıl ve ne zaman sona erdirilebileceği ve daha önemlisi barışın nasıl sürekli kılınabileceği de düşünmüştür.
Onun savaşın yüksek sevk ve idaresi ve barışın inşası sürecinde kritik kararlarına ve uygulamalarına dayandırdığım liderlik mirasını 6 başlık altında sınıflandıracağım.

Atatürk’ün altın ortası savaşın zorunlu olmadıkça bir cinayet olduğu şeklindedir.

Bu altın orta kendi içinde barışçı bir felsefe, ahlâk ve etik duruş örneğidir.

Onun Millî Mücadele yıllarında Türk Milleti’ne liderlik yaptığı zaman diliminde farklı yerlerde söyledikleri bu tutarlılığının açık kanıtlarını oluşturmaktadır.

Atatürk, 16 Mart 1923 günü Adanalı çiftçilere savaş ve barış konusuna temel yaklaşımını şu şekilde ifade etmiştir:

• “Ne olursa olsun, şu ve bu sebepler için milleti savaşa sürüklemek taraftarı değilim. Savaş zaruri ve hayati olmalı. Hakiki kanaatim şudur: Ben milleti savaşa götürünce vicdanımda azap duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı ‘ölmeyeceğiz’ diye savaşa girebiliriz. Lâkin millet hayatı tehlikeye maruz kalmayınca, savaş bir cinayettir.

• “Devletlere verdiğimiz son karşı cevabı biliyorsunuz. Basit, meşru, hayati olan şartlarımızı devletler kabul etmezler de bizi savaşa sevk ederlerse, sakın telâş etmeyiniz. Emin olunuz ki, o zaman belki şimdikinden daha kuvvetli bir devre nail olacak, daha müsait şartlar temin edeceğiz. Ordularımızın maddi ve manevi tertibatı, tertibat sınırlarımızın her tarafında maddi, manevi teminatı elde etmeye kâfi bir kudrettedir.” (1)

Atatürk’ün savaşa milletin katılımı görüşü 1927’de Nutuk’ta ayrıntılı olarak şu şekilde yer almıştır:

• “Bildiğiniz gibi, savaş ve muharebe demek, iki milletin; yalnız iki ordunun değil, iki milletin bütün varlıklarıyla, bütün maddi ve manevi güçleriyle, birbiriyle karşı karşıya gelmesi ve birbiriyle vuruşması demektir. Bunun içindir ki, bütün Türk milletini cephede bulunan ordu kadar duygu, düşünce ve hareket bakımından savaşla ilgilendirmeliydim. Yalnız düşman karşısında bulunanlar değil, köyünde, evinde, tarlasında bulunan herkes, milletin her ferdi silahla vuruşan savaşçı gibi kendini görevli sayarak bütün varlığını yalnız mücadeleye verecekti. Bütün maddi ve manevi varlığını vatan savunmasına vermekte ağır davranan ve titizlik göstermeyen milletler, savaş ve muharebeyi gerçekten göze almış ve başarabileceklerine inanmış sayılmazlar.

• “Gelecekteki savaşların biricik başarı koşulu da en çok bu söylediklerimin kapsamında olacaktır. Avrupa’nın askerlikçe ileri durumda olan büyük milletleri daha şimdiden bu tutumu kanun haline getirmeye başlamışlardır. Biz, Başkomutan olduğumuz zaman Meclis’ten bir vatanı savunma kanunu istemedik. Fakat, Meclis’ten aldığımız yetkiye dayanarak verdiğimiz, kanun niteliğinde olan belirli emirlerle bu amacı gerçekleştirmeye çalıştık. Millet, bundan sonra, bugüne kadar kazanılmış birikimleri de gözden geçirerek aziz vatanı saldırılamaz duruma getirecek sebep ve koşulları daha geniş, daha açık ve daha kesin olarak belirler.” (2)

Atatürk’ün savaşa milletin katılımı uygulamasında elbette biricik ve vazgeçilemez öncü kuvvet, milletin seçkin ve fedakâr evlatlarından oluşan kahraman ordusudur.

Bu yaklaşımında vurucu güç olarak orduya yüklediği misyonu ve görevleri farklı zaman ve yerlerde öne çıkarmıştır.

Atatürk, savaşta komuta sorunu açısından Çanakkale’de ve ardından en yüksek ve tek sorumlu olarak Sakarya ve Dumlupınar meydan muharebelerinde ehliyetli komutanın tayin edici rolünü kanıtlamıştır.

Özellikle son iki meydan muharebesinde savaşın demokratik yönetimine yönelik özgün değerlendirmesi ve uygulaması ilgili literatüre ciddi bir katkı oluşturmaktadır.

Atatürk, Millî Mücadele’nin siyasi organı Meclis’in ve silahlı mücadeleyi sürdüren Ordu’nun ihtiyaçlarına göre kendi kuramını düzenlemiş ve hukuk yoluyla sağladığı yetkiyle ve tartışmasız ehliyetiyle uygulamıştır.

Meclis’in bir gizli oturumunda savaş yönetiminin demokratikliği ilkesini şöyle anlatmıştır:

• “Milletlerde herhangi bir adam başkumandanlığı almışsa ve o bunu kendiliğinden almışsa ve onun hakkında bir yasa yoksa onun adına ‘diktatör’ derler. Yok, o adama o yetkiyi bir meclis vermişse, o adamın dayandığı bir meclis vermişse, yetkisi geniş olsun, sınırlı olsun o görevi kendisi yapmamıştır. Ona görevi veren meclis yaptırmıştır. Bu nedenle meclisin vermiş olması yasaldır.” (3)

Bu tutumu onun savaşın sevk ve idaresini tümüyle özgün kılar.

Kendisi millî lider olarak siyasetin önceliğini garanti altına almıştır.

Onun özgün bakışının iki yasal mekanizması vardır:

Birincisi, savaşın ehliyetli yönetimidir; ikincisi bu şekilde gerçekleştirilen savaş yönetiminin demokratikliğidir.

Bu yönüyle Atatürk yerli askerî düşünceyi geleneksel savaş literatüründen millî, akılcı ve bilimsel liderliğe taşıyan ve bir askerî zaferle Cumhuriyet Türkiye’sini inşa eden bir hareketin kurucusu ve en parlak sözcüsüdür.

Atatürk’ün savaş yönetimi modelinde ehliyetli yönetim (operasyonel mükemmellik) anlamındadır ve demokratik yönetim açısından bir tehlike oluşturmaz.

Bu konuda örnek diyaloglara başvuracağız:

Ali Fuat Paşa- Her yandan taarruza uğradığımız bir sırada bir taraftan harice kuvvet yollarken neden Medine’de, Gazze’de, Şeria’da ve Nablus’ta ve Bağdat’ın güneyinde zayıf birlikler bıraktınız?

Enver Paşa- Bu cephelerde Alman generalleri zaruri olarak kumandanlığa kabul edilmiş ve kendilerine geniş salahiyetler verilmişti. Binaenaleyh hareketlerine fazla müdahale edemiyorduk.

Hatırlanacaktır; Sina-Filistin cephesinde 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa 20 Eylül 1917 günü bir raporla Başkumandanlık Vekâleti makamına başvurmuş ve neticede Alman Mareşal Falkenhayn ile tartışması sonucu görevinden istifa etmek zorunda........

© yetkinreport.com


Get it on Google Play