Dünya nereye gidiyor; yıkım mı, imkan mı?
Tarihsel momentumlar sınıflar mücadelesinde yüksek konjonktürleri ifade eder. Farklı siklusları ve kopuşları içinde taşır. Her yeni moment sınıf mücadelesinin yeni ritmini oluşturur. Böylesi süreçlerde farklı sınıf kombinasyonları ortaya çıktığı gibi iktidar ve tahakküm biçimleri değişir. Devletin dönüşümü gündeme gelir. Devlet sınıf savaşlarının yeni ritmine göre konumlanır ve yeniden yapılanır. Kavganın şekli değişir. Başka bir ifadeyle örgütlenme ve mücadele tarzı farklılaşır. İdeolojik- teorik, politik- pratik ve felsefi yenilenme, kopuşlar gündeme gelir.
Aktüel olarak tarihsel bir momentumun içindeyiz. Özellikle 2008 kapitalizmin genelleşmiş/organik krizi, Ukrayna Savaşı, Filistin jenosidi, Lübnan’daki gelişmeler, Suriye’de Baas rejiminin çöküşü ve son olarak İsrail- İran Savaşı tarihsel bir kavşakta olduğumuzu göstermektedir.
Bu gelişmeleri Matrix’deki bir tanımlamayla anlatabiliriz. Wachowski Kardeşlerin hit filmi Matrix, eşgüdümlü bir simülasyon ortamıyla yaratılan sanal gerçekliği anlatır. Filmin kahramanı küresel savaş sonrası gerçeklikte uyanır ve ilk olarak Chicago’daki yıkımı görür, sanal gerçekliğe/Matrix’e karşı direnişin önderliğini yapan Morpheus, onu son derece etkili bir cümleyle karşılar: “Gerçeğin çölüne hoş geldin.”
Evet, gerçeğin çölüne hoş geldik: Bu gerçeklik ilhak, sömürgeleştirme, savaş, yıkım, katliamlar, jenosit, açlık, artık nüfus, eko ölüm, doğanın yıkımı ve sömürgeleştirilmesi, faşizmin küresel bir dalga olarak yükselişidir.
Farklı tarihsel eşikler
20. yüzyılda bu eksende iki tarihsel momentum yaşandı. 1914- 1918 süreci bu manada özel ve ilk deneyim olarak dikkat çeker. I. paylaşım savaşını simgeleyen bu süreç emperyal özneler arasında hegemonya krizinin bir yansıması olarak gelişti. Dünya hızla bir katastrofun içine sürüklendi. Aynı dönem işçi hareketi ve sosyalist hareket içinde krizi ifade etti. ASDP’nin savaş kredilerine onay vermesi hem ASDP’nin, hem de II. Enternasyonal’in çöküşünü simgeledi. Fakat Lenin ve Bolşevizm başka bir yol arayışına girdi. Mekanik materyalizm, pozitivizm ve ilerlemecilikle malul II. Enternasyonal çizgisine karşı Lenin, devrimci bir kopuş gerçekleştirerek, devrimin diyalektiği ve cebiri üzerine yoğunlaştı.
Lenin ve Bolşevizm parti anlayışı, tarih tezi, devrim anlayışı, çalışma tarzı ve örgütlenme anlayışı olarak muazzam çıkışlar yaptı. Yeni sınıflar mücadelesinin ritmini yakalayarak, devrimin imkanını aradı. Aslında Lenin’in Ne Yapmalı?, İki Taktik, Savaş ve Sosyalizm, UKKTH, Felsefe Defterleri, Emperyalizm, Nisan Tezleri, Devlet ve İhtilal gibi çalışmaları bu sürecin yada devrimin imkanını aramanın farklı eşiklerine yönelik analizleri içerir.
Katastrofa ve likidasyona karşı Lenin, Bolşevikler ve Rus işçi sınıfı Ekim Devrimi’ni yaratarak yanıt üretti. Bu yanıt bir dünya devrimi ve yetkin bir enternasyonalizm olarak şekillendi. Ekim Devrimi bir dünya devrimin açılışı olarak gelişmesi söylediklerimizi doğrulamaktadır.
Geçen yüzyılda ikinci tarihsel moment;1929- 39 krizi ve 1949’a kadar devam eden süreç olarak ele alınabilir. Ekim Devrimi küresel finans kapitali, ontolojik bir korkuya soktu. Ayrıca kapitalizmin yapısal bir kriz sürecine girmesi bu korkuyu şiddetlendirdi. Faşizm, finans kapitalin ontolojik korkusunun ifadesi olarak devreye sokuldu. Sürekli karşı devrim olarak tanımlanabilecek faşizm, geniş kitleleri mobilize etme yeteneğiyle dikkat çekecekti. Aşağıdan yukarıya doğru iktidara yürümesi I. kuşak faşizmin en karakteristik özelliğiydi. Faşizm ve 1939-1945 yıllarında gerçekleşen II. Paylaşım savaşı kitleler için yeni bir katastrof olarak biçimlendi.
Aynı dönemde, devrim tehdidine karşı kapitalist devlet ve finans kapital şehirleri tahkim ederek yanıt verdi . Alman Devrimin yenilgisi dünya devrimi dalgası kıracak ve Sovyetlerin içi kapanmasına yol açacaktı. Lenin dalganın yeni merkezi olarak Doğuyu işaretliyordu. Bu erken tespit sınıf savaşları içinde doğrulanacaktı. Doğuda kopan fırtınanın merkezi Çin’di.
Mao olağanüstü bir yaratıcılıkla devrimin imkanını aradı. Mao, çelişki teorisi üzerinde yoğunlaştı. Diyalektik anlayışı Çin Devrimi’nin farklı momentlerine müdahaleyle biçimlendi ve derinleşti. Yaşayan bir diyalektik haline geldi.
Mao devrimin diyalektiğini yeniden kurmaya çalıştı. Kır-Kent diyalektiği Mao’nun muhteşem çözümlemelerinden biridir. Askeri strateji ve taktik teorisi olarak kaleme aldığı Halk Savaşı çalışması bu diyalektiği ifade eder ve her şart altında devrimin imkanını aradığını ortaya koyar. Çelişki Üzerine, Teori Pratik adlı çalışmaları ve Felsefe Yazıları bu manada devrimin diyalektiği üzerine yoğunlaşmalardır. Çin Devrimi küresel katastrofa karşı Mao ve ÇKP’nin, Çin işçi sınıfı ve köylülüğün yanıtıdır ve bu yanıt yine başından itibaren enternasyonalist karakterdedir ve bir dünya devrimi perspektifinin ürünüdür. Çin Devrimi bütün sömürge halklarını harekete geçirecektir.
2008 kapitalizmin yapısal krizi böylesi yüksek konjonktürün kapılarını araladı. Sistem palyatif müdahalelerin dışında, 17 yıldan beri krizi aşmaya yönelik somut adımlar atamadı. Sistemin değer üretme sorunu devam ediyor. Aşırı birikim krizi sürüyor. Uzun/sürekli resesyon biçimine bürünen kriz hem yayılıyor, hem de derinleşiyor. Ayrıca küresel göç krizi, sağlık ve ekolojik kriz gibi yeni nesil krizlerle sistemin bir varoluşsal kriz içine girdiğini söyleyebiliriz. Yani bir üretim tarzı ve uygarlık kriziyle karşı karşıyayız.
Sistem varoluşsal kriz içinde
Küresel borç toplamı 215 trilyon dolar gibi olağanüstü bir noktaya varmış durumda. 2008 krizi koşullarında dünya toplam gayri safi hasılası ya da toplam üretilen değer 70 Trilyon dolardı. Spekülatif sermaye, türev piyasalar ve hayali sermaye ise 1000 trilyon dolara ulaşmıştı. Bu balonun patlamasıyla küresel kriz şiddetle dışa vurdu. Aktüel olarak durum çok daha vahim; küresel gayri safi hasıla 105 trilyon dolar, spekülatif sermaye, türev piyasalar ise 5.3 katrilyon dolar seviyesinde. Yani karşımızda krizin ortaya çıktığı koşullarından, 5 kattan daha fazla negatif bir tablo var.
Bu ekonomi- politik eksenin yanında, küresel düzeyde jeo- politik rekabet ve kriz şiddetlenerek sürüyor.
Marx, Kapital I’de sermaye birikiminin temel eğilimini iki parametre üzerinden kurar: Birincisi sermayenin yoğunlaşması, ikincisi ise onunla bağlantılı sermayenin merkezileşmesidir. Bu olgu emperyalizm çağında ekonomik ve jeo-politik rekabeti koşulladığı gibi küresel güç değişimine yol açar. Yani 20.Yüzyıl başında Kautksy’nin ultra- emperyalizm, yeni dönemde Negri’nin imparatorluk diye tanımladığı sermayenin barışçıl uluslarüstü entegrasyonu olanaklı değildir.
Lenin’in analiz ettiği kapitalizmin eşitsiz birleşik gelişimi yasası hükmünü sürdürür. Aktüel olarak yaşadığımız gelişmeler de Lenin’in çözümlemelerini doğrulamaktadır. Hatta bu aktüaliteyi 1990 Körfez Savaşı’na kadar indirebiliriz.
Bugün su kaynakları, enerji kaynakları, kıymetli madenler ve mineraller, kıymetli topraklar, küresel değer ve meta transferi yolları yeni jeo- politiği belirlemektedir. Jeo- politik rekabet ve savaşlar bu kaynakların bulunduğu coğrafyalarda seyrediyor. Güç dengelerin değişimi ise özellikle ABD ve Çin arasında yaşanıyor. Bu durum emperyalist savaşı aktüelleştirmiştir. Emperyal özneler, taşıdıkları nükleer potansiyelin yıkıcılığından dolayı aralarında gerçekleşebilecek bir savaştan şu an kaçınıyorlar. Öte yandan dünyanın farklı jeo-politik noktalarında öznelerin vekalet ettiği ya da asıl olarak rol aldıkları çok sayıda savaş gerçekleşiyor. Bu manada emperyalist savaş günceldir ve hatta 3. Dünya Savaşı’nın başladığını da söyleyebiliriz. Küresel jeo-politiğin, odak coğrafyası olan Ortadoğu bu savaşın merkezinde yer almaktadır. Özellikle İsrail- İran savaşıyla önemli bir eşik aşılmıştır. Hatta buradan doğan tektonik hareketler bütün dünyayı sarsmaktadır. Ateşkesin geçici ve daha büyük savaşın başlangıcı olma........
© Yeni Yaşam
