Ekolojik inşalar, demokratik siyasetin de önünü açar
Elli yıllık savaş ve çatışma sarmalında gelip geçen bütün siyasal iktidarlar her zaman savaşın ve çatışmanın faturasını halklarımıza, yaşam alanlarımıza yönelerek ödettirmeyi esas almışlardır. Ama onların hiçbiri de halklarımızın direnme ve kendini var etme diyalektikleri karşısında varlıklarını koruyamamışlardır.
Cumhuriyetin tüm tarihi olmasa bile son elli yılık hikayesini sıralarsak; 12 Eylül faşist cunta rejimi, 24 Ocak kararlarını imzalayarak ülkenin geleceğini İMF ve Dünya Bankasına ipoteklemiş; ardından gelen ANAP, özelleştirmelerle devleti bitirmiş; Ağar-Güreş-Çiller çeteciliği ise ülkeyi tamamen çetelerin insafına terk etmiş; ardılları AKP ise tüm bunların deney ve tecrübelerini de sentezleyerek Cumhuriyet tarihinin en yağmacı, talancı ve ekolojik kıyım ve yıkım partisine dönüşmüştür.
Elbette tüm bunların hepsinin temel nedeni olarak da Kürt inkâr ve imhası gösterilmiştir. Sadece gösterme ve tarif etmenin de ötesinde Kürde sıkılan her kurşunun bedeli yoksul halkın sofrasına yoksulluk olarak yansıdıkça “bir merminin ne kadar olduğunu da bilmiyorlar” diyerek siyasetle alay etmişler, savaşta kullanılan NATO envanterli roket ve bombaların fiyatlarıyla övünür hale gelmişlerdir. Dolayısıyla tüm bunlarla toplumu savaşa razı etmişlerdir.
Türkiye halkları, savaşın devasa büyüklükteki yıkım gücünü ekolojik kıyım ve yıkım kendi bahçelerinin sınırına dayandıkça hissetmeye ve anlamaya, anlamlandırmaya başlamıştır. Çünkü toplum demokratik siyasetin temel konusu olmaktan çıkarılınca genel düşünmek yerine tekil ve bireysel düşünmeye de alıştırılmaktadır. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dendiği gibi toplum,........
© Yeni Yaşam
