BİLGİN, AYDIN, BİLGE
Öteki varlıklara göre akıl, düşünme ve anlama gibi üstün donanımlarla yaratılan kişioğlu, bu üstünlükleri sayesinde varlığını sürdürmeyi ve öteki varlıklarla baş etmeyi başarmış, doğa olaylarına karşı kendini korumanın ve çoğu durumlarda onları buyruğuna almanın yollarını da bulmuştur. Bu çabalarını sürdürürken bilginin ne olduğunu kavramış, değerini anlamış, elde ettiği bilgileri biriktirmenin ve dil donanımıyla da gelecek kuşaklara aktarmanın yolunu bulmuştur. Kişioğlunun kayıt tutmaya başladığı hatta var olduğu çağlardan bugüne bu çaba sürmüş, bilgi edinme, bilgi üretme, bilgi peşinde koşma, bilgi biriktirme ve biriktirdiklerini aktarma pek çok kişinin yaşamasının ana amacı olmuştur.
Pavlov ile ilgili olarak bir fıkra anlatılır. Bu ünlü bilgin, her gün sabah saat sekizde laboratuvarına gider, o gün yapacağı deneyler için hazırlıklarını yapar, saat dokuzda da asistanı gelir ve birlikte çalışmaya başlarlarmış. Bir gün Pavlov yine alışkanlığı üzere laboratuvarına gitmiş ama saat dokuz olmuş asistan yok, on olmuş yok, o gün asistan laboratuvara gelmemiş. Ertesi gün geldiğinde Pavlov, “Dün niçin gelmedin?” diye sorunca asistan: “Dün ülkede devrim oldu hocam.” demiş. Bunun üzerine Pavlov, “Devrimden sana ne evladım?” diye karşılık vermiş.
Pavlov’a göre devrimin olması, onun toplum hayatına etkileri, devrim sonrasında hem kendini hem de toplumu nasıl bir hayat beklediği önemli değildir. Bu fıkrayı duyan kişi ilk anda Pavlov’un işine ne kadar önem verdiğini düşünecek, onun boşuna bugün de adından söz edilmediği, bunu hak etmiş olduğu yargısında bulunacaktır. Bu, doğrudur. Bilim insanı, her koşulda işini yapmayı düşünen, yaptığı işi, her şeye tercih eden kişidir. Bilim insanının amacı, bilim yapmaktır. Yaptığı çalışmaların sonucunun kime ya da neye yaradığı onun meselesi değildir. O; laboratuvarında, kütüphanesinde, doğada, çalıştığı alan her neyi gerektiriyorsa onun peşinde hayatını bilime adamıştır. Zihni, sürekli çalıştığı konularla meşguldür, hayat ile ilgili tutumunu da alanıyla ilgili çalışmaları belirler. Onun için mutluluğun kaynağı, yaptığı çalışmalardır. Onlarla mutlu olur ve mutlu oldukça da yeni çalışmalar için heyecan duyar, zamanını onunla geçirir.
Bilgin, ciddi bir eğitimle yetişir ve yaşadığı sürece alanıyla ilgili çalışmaları izlemekten, öğrenmekten uzak kalamadığı gibi bundan sonsuz haz duyar. Öğrendiği ölçüde de öğretme becerisi gelişir ve başka bilginler yetiştirmek için çaba gösterir. Bilgin olmanın önemli gereklerinden biri, kendi araştırmaları üzerine yeni bilgiler ekleyecek takipçiler yetiştirmek, onlara yol göstermek, yöntem öğretmektir. İyi bir bilginde aranan bir özellik de bütün bunları yaparken bilgisini kıskanmamaktır. Çünkü bilimin gelişmesi biraz da buna bağlıdır. Bilgisini kıskanan, paylaşmaktan kaçınan kişi, bilgin sıfatına gölge düşürür.
Bilgin, hata ve yanlış yapma hakkına sahiptir. Çünkü hata da yanlış da çalışmakla ortaya çıkacak durumlardır. Bir çalışma yapmazsanız hatanız da olmaz, yanlışınız da olmaz. Fakülte koridorunda Ahmet Caferoğlu’nun hatasını buldum diyen öğrenciye hocanın verdiği karşılık ne de güzeldir.
Bilgin, çalışma alanının düşlerini gören kişidir. Bir yazmanın peşinde aylarca koşuşturan ancak bir türlü izini bulamayan Mükrimin Halil Yınanç, esere ulaşma hikâyesini şöyle anlatır: “Bir gece babam düşüme girdi ve yarın cuma namazımızı Ayasofya’da kılalım oğlum dedi. Uyanınca düşündüm ve kendi kendime ‘Babam, cuma namazlarını sürekli Süleymaniye’de kılardı, acaba niçin Ayasofya dedi’ diye kendime sordum. Böyle düşünerek Ayasofya’ya gittim ve aradığım yazmayı orada buldum.”
Bilim ile uğraşan kişi; alanı her ne olursa olsun birtakım sorular sorar, bu soruların karşılığını bulmak için bir ömür harcar. Bilim insanının alanıyla ilgili merakı, konuşmayı yeni öğrenen, hayatı, çevreyi, doğayı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışan küçük çocuğun çabasını andırır.
Soru, ilginin ve merakın ürünüdür. Soracağı sorusu ve ilgisi, bir başka deyişle arayacağı cevap olmayan, daha genel bir tanımla merakı, eski tabirle tecessüsü olmayan kişiden bilim insanı olmaz. Çünkü merak duymayan kişinin öğreneceği bilgi yok demektir. Belki yalnızca öğretmek ve bu yolla geçim sağlamak amacıyla öğretmenlik yapılabilir ancak bu anlayıştan da kalıcı bilgi üretimi, başka araştırmacıların da yararlanacağı kaynak bir eser çıkması beklenmez.
Bilime talip kişinin ilk sorusu “Ne yapacağım?”, ikinci sorusu “Niçin yapacağım?”, bir sonraki aşama, “Nasıl yapacağım?” olur. Bu soruların karşılığını arayan bilim insanı adayı, birtakım sonuçlara ulaştıktan sonra önce eldeki bulguları sınıflandırma/tasnif, ikinci olarak sınıflandırdıklarını tahlil/çözümleme ve çözümlemelerini değerlendirip sonuç çıkarma aşamasına geçer. Çıkan sonucun çalışılan alana herhangi bir katkısının olup olmaması; sıralanan sorulara verilen karşılıkların yeterli olup olmamasıyla yakından ilgili olduğu gibi sınıflandırma, çözümleme, değerlendirme ve sonuçlandırmanın da gerektiği gibi yapılıp yapılmamasına bağlıdır.
Bilim yapmanın sonucu; makam, daha iyi yaşama, maddi kazanç vb. olabilir ancak bilim adamı, bilimle uğraşırken bu ve benzeri şeyleri amaçlamaz. Bilgisini bunlar için araç olarak kullanmaz. Bilim ahlakı ve tarihten gelen deneyim bunun böyle olmaması gerektiğini sürekli hatırlatır. Bilim yaparak zenginleşmiş, maddi olarak rahat bir hayata kavuşmuş gerçek bir bilim insanı da zaten pek az çıkar. Bunların da çoğunun pazarlamacı sıfatı, bilim insanı sıfatının önüne geçmiştir.
Yusuf Has Hacip’in dediği gibi “İnsan akıl ile yükselir, bilgi ile büyür; bu ikisi ile insan itibar görür.” O, bir başka beyitte de “Dikkat edilirse herkes üzerine bir şey giyer ancak akıllı ve bilgili insanın değeri giydiğinde değil, özündedir.” der. Yani bilgin zaten yalnızca taşıdığı bilgin sıfatından dolayı bir değere ve itibara sahiptir, onun değer kazanması için bir makama ya da zenginliğe gerek yoktur. Eğer aksi oluyorsa ahlakla ilgili bir sorun söz konusudur. Bilim çevresi bu tür durumlarda verilmesi gereken tepkiyi vermiyor, durumu görmezden geliyorsa ahlak sorunu genelleşmiş, geçerli anlayış, yürürlükteki ahlak durumuna gelmiştir. Böyle bir durumda gerçek bilim insanı yalnızlaşır, çoklukla içine kapanır, zaman zaman da küsüp köşesine çekilir ancak bilim sevgisi çoğunlukla onu rahat bırakmaz ve o da elinden geldiğince, koşullar elverdiğince kısaca mümkün olduğunca üretmek için çaba gösterir.
Bilim insanının bilgiyi makam için kullanması, iz bırakmış büyük aydın ve bilgelerimizce hoş görülmemiş hatta bu tip kişiler ağır hakaretlerle anılmışlardır. Konuyla ilgili değerlendirmelerde........
© Yeni Ufuk Dergisi
