menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

TÜRK TASAVVUFUNDA ÂŞIĞIN MERTEBELERİ

10 0
06.05.2025

“Şeriat sözlerimdir, tarikat fiillerimdir, marifet tavırlarımdır, hakikat sırlarımdır.”
-Hz. Muhammed (sav)
“Şerî’at-tarîkat yoldur varana,
Hakîkat-ma’rifet andan içerü”
-Yunus Emre
Türk tasavvufunda mertebelerle ilgili bir şeyler söyleyebilmek için öncelikle tasavvuf kavramının mahiyetini irdelemek gerekir. Daha sonra tıpkı Müslümanlıkta olduğu gibi tasavvufta da Türk tasavvufunun farkını ortaya koyduktan sonra Türk tasavvufunda âşığın mertebelerini ele almak konunun anlaşılırlığını artıracaktır. Bu düzen içinde ele ilk alacağımız kavram tasavvuf olacaktır ki bu kavramın mahiyeti oldukça geniştir. Nitekim konu ile alakalı olarak mertebesi farklı olan her âşık, tasavvuf için farklı bir açıklama getirmiştir. Buna göre ilim mertebesinde tasavvuf kalbin bulanıklıktan arındırılması, yaratıklara karşı güzel muamelede bulunmak ve şer‘î meselelerde Resûlullah’a uymaktır; hakikat mertebesinde tasavvuf mülkün yokluğu, sıfatlara kölelikten kurtuluş ve yaratıcı ile yetinmektir. Hak diliyle ifade edilecek olursa tasavvuf Allah’ın insanları sıfatlarından arındırması, böylece onlara sûfî niteliğini kazandırmasıdır. Bu durum mertebelerin ne kadar mühim olduğunu da göstermektedir. Bundan farklı olarak disiplinler arasında da farklı tanımlamalar karşımız çıkar. TDK Türkçe sözlükte tasavvuf; “Tanrı’nın niteliğini ve evrenin oluşumunu varlık birliği anlayışıyla açıklayan dinî ve felsefî akım.” “Kur’an’da önerilen ve peygamberin hayatında uygulamaları görülen hayat tarzını yaşama gayreti; İslam gizemciliği.” Şeklinde felsefe ve din bilimi terimi olarak tanımlanmıştır.
Tasavvuf, kelimesinin etimolojisini konuyla alakalı olan okurlarımız TDV İslâm Ansiklopedisi’nden edinebilirler. Kelimeler ortaya çıkışlarına bağlı kalarak zaman ve mekâna göre farklı anlamlar kazanarak ifade ettikleri manalarda derinleşebilirler. Tasavvuf da bu kelimelerden biridir. Tasavvuf sade bir bilgi değil, düşünce tarzıdır. Tasavvuf, güzel ahlâklı olarak yaşamak ve Peygamber’imizin düşünce ve hayat tarzının özündeki manayı kavrayabilmektir. Tasavvuf, şeklî olan her şeyi eleştiren ve bu şeklî meselelere takılı kalanlara “ham sofu” diyebilmektir. Tasavvuf aynı zamanda uzun ve çetin bir yolculuktur. Bu yolculuğun özel adı seyr-ü sülüktür. Bu yolculukta aşılması gereken her engelin ardında bir mertebe vardır. Türk tasavvufunda da seyr-ü sülükteki bu mertebeleri Ahmet Yesevi’den öğrenmek mümkündür. Fakat bu bahse geçmezden evvel tasavvufta nefis mertebelerini belirtmek gerekir.
Klasik tasavvufta mertebe atlaması gereken nefistir. Nefis insanı Allah’a ulaştıran ya da Allah’tan uzaklaştıran durumların müsebbibidir. Nefis tıpkı ateş ve su gibi kontrol altına alınmalıdır ve alındığı takdirde “ölmeden önce ölünüz” emrini yerine getirerek Allah’a ulaşmada yol kat eder. Nefisteki farklı halleri ilk kez Cüneyt Bağdadi’nin tanımladığı söylenir. Cüneyt Bağdadi nefsi beş mertebe olarak sınıflandırmıştır, ondan bu zamana farklı sınıflandırmalar yapılmıştır. Nefis esasında tektir fakat tasavvufta, günümüzde kabul gördüğü şekli ile yedi hâlde bulunmaktadır.
Nefsin Yedi Hâli
1.) Nefs-i Emmare (Emreden Nefis): Bu kelimeden de anlaşılacağı üzere emreden nefs demektir. İnsanı Allah’tan uzaklaştıracak olan işleri emreder durur. İnsan bu emirlere uydukça Rabbinden uzaklaşır. “Muhakkak ki nefs, kötülüğü şiddetle emreder.” (Yûsuf, 53) Şeklinde ayette de yeri olan bir hâldir. Bu halden kurtulmanın çaresi samimi bir şekilde tövbe etmektir. Burada nefis kendini Tanrı sanmaktadır ve insanı Tanrılaştıran sistemlerde nefis-i emmare çok güçlü hale getirilmektedir. Dünyevî ve maddî zevklerle pohpohlanan nefis gittikçe hayvanlaşmakta, insan da hayvan insan dönüşmektedir. Bu nedenle bu mertebedeki nefis “La ilahe illallah” diyerek Allah’ı kendine daima hatırlatmalı ve nefsinin Tanrı olmadığını yüzüne vurmalıdır.
2.) Nefs-i Levvame (Kınayan Nefis): Kendini eleştiren, azarlayan ve hatalardan dolayı konuşmaya gerek duyan nefis anlamına gelir. Emmarelik tamamen ortadan kalkmasa da bu mertebede nefis, zaman zaman sahibine rahmet hissettirir, onu yasaklara yönelttiği için kendisini kınar ve bazen hayırlı işlere ilham vererek güzel sözlerle fısıldar. Bu aşamada sâlikin ruhunda kötülüklerden iyiliklere yönelme arzusu filizlenir ve geçmişteki hatalarından dolayı kendisini sorgulamaya başlar. Kur’an-ı Kerim’de, “Kendini kınayan nefse yemin ederim ki” (Kıyamet, 75/1-2) âyeti ile karşılık bulmaktadır. Bu hâlde nefis, emmarelikte yaptıklarını kınar. Bu mertebeye ulaşan kişiler, Allah Teâlâ’nın emirlerine bağlılıkta ve salih amellerinde artış gösterirler. Yaptıkları amellerin büyük çoğunluğu Allah’ın rızası için olsa da ilahî ilhamların getirdiği huzur ve sükûna tam anlamıyla erişemedikleri için hayırların insanlar tarafından farklı bir şekilde yapılmasını arzu ederler. Bu mertebede “Allah Allah, Ya Allah” zikri çekilmelidir. Başka bir deyişle, nefs-i emmareye ait bazı olumsuz özellikler varlığını sürdürmekte, ancak kişi bu tedavi nedeniyle kendisini sorgulayıp kınamaktadır.
3.) Nefs-i Mülhime (İlham Alan Nefis): Terim¸ Kur’ân’daki¸ “Nefse ve ona birtakım kâbiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin olsun ki nefsini temizleyen kurtulmuş¸ onu kötülüklere gömen de ziyâna uğramıştır.” (Şems,91/ 7-10) Âyetinden alınmıştır. Bu mertebedeki nefis sahibinin basireti açılır. Böylece ilham ve keşfe mazhar olmaya başlar. Âlemin ve eşyanın zahirinin ötesindeki hakikatleri basîretiyle idrak eder. Bu mertebenin âfeti de “bir şey oldum” zannına kapılarak gaflet ile kibre sürüklenivermektir. Bu sebeple mülhimedeki bir mümin, daima ilâhî müşahede altında bulunduğunu bilip hâl ve tavırlarını tevazu ve fânilik duygularıyla tayin etmelidir. Öte yandan dünya hayatını ahiret düşüncesinden gâfil olmaksızın mütalaa edebilecek bir görüş ufkuna ulaşarak, tefekkür-i mevt olgunluğuna bürünmelidir. Bu mertebede “Hu Hu Ya Hu” zikri çekilmesi uygun görülmüştür.
4.) Nefs-i Mutmainne (Tatmin Olan Nefis): Yüce Allah’ın emirlerine tam anlamıyla uyup yasaklananlardan kaçınarak manevi işkenceden arınmış, gerçek ve güçlü bir imanla huzur, sükûnet ve güvene kavuşmuş bir nefistir. Kalp, Allah’ı anmanın bereketiyle şüphe ve sorulardan temizlenmiş, ona bir teşekkür ve övgü içindedir. Terim¸ Kur’ân’daki “Ey itminana ermiş nefis.” (Fecr/89, 27) Âyet-i kerimesinden alınmıştır. Bir insanın kötülüklerden tamamıyla kurtulması ona masumiyet nispet etmek anlamına geleceğinden burada kastedilen kötülük yapma potansiyelinin ortadan kalkması anlamına gelmez. Bu mertebede “Hakk Hakk Ya Hak” zikri çekilir. “Hakk’ın seni senden öldürmesi ve kendisiyle diriltmesi” şeklinde de tanımlanmıştır.
5.) Nefs-i Râdiye (Razı Olan Nefis): Allah’tan gelen her şeye tam bir rıza gösterdiği için bu mertebedeki nefse “razı olan” anlamına gelen râdiye denilmiştir. Terim¸ Kur’ân’daki¸ “Sen O’ndan râzı¸ O da senden râzı olarak dön Rabb’ine.” (Fecr /89, 28) Âyet-i kerimesinden alınmıştır. Bu rıza hâli, Hak’tan gelen bütün çileli imtihanlara karşı sabır göstermek ve bu hususta O’nun iradesini can-u gönülden kabullenmektir.........

© Yeni Ufuk Dergisi