menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

KUTLU BAYRAĞI UFUKLARDA DALGALANDIRAN: ARİF NİHAT ASYA

13 0
31.01.2025

Hayatlar vardır, kişinin maddi varlığıyla sınırlı olan… Hayatlar vardır, maddi varlığını sonsuz varlığın içine alan… Hayatlar vardır, fani benliğinde ebediyetin sadece rüyasını duyan ve yine hayatlar vardır ki yaşamanın en büyük şartını yaşatmaktan sayan…

Bu yazımızda; köklerini mazinin derinliğinden alıp atiyi duyarak yaşayan, insanın bu âlemde hayal edebildiği müddetçe yaşadığını düşünen ve hayallerini kendi benliğinin sınırlarından çıkaran, idealist, Türk milliyetçisi şair Arif Nihat Asya’nın aziz ruhunu anacağız.

Eğitim Hayatı ve Mesleğine Dair Genel Bakış

Mehmet Arif, 7 Şubat 1904’te Çatalca’nın İnceğiz köyünde doğmuştur. Babası Zîver Efendi, kendisi henüz bir haftalıkken askerde yakalandığı bir veba hastalığında şehit olmuştur. Annesi Fatma Zehra Hanım, üç yıl kadar kayınpederinin yanında kaldıktan sonra Filistinli bir subayla evlenip Filistin’e gitmiştir. Bir süre dedesi ve babaannesiyle kalan Mehmet Arif, onları da kaybedince halası ile yaşamaya başlamıştır. Balkan Savaşları’nın başladığı dönemde İstanbul’a taşınmışlar, eğitim hayatına Haseki Mahalle Okullarından sonra Yusuf Paşa’daki Gülşen-i Maarif Rüştiyesine devam etmiş daha sonra da Bolu Sultanisine parasız yatılı olarak kaydolmuştur. Bolu Sultanisinin ikinci devresi kaldırıldığı için Kastamonu Sultanisine nakledilmiştir. Kastamonu bu dönemde, Millî Mücadele’nin gerek fikrî gerekse de bu mücadelenin heyecanının yaşandığı önemli hareket noktalarından birisidir. Büyük davaya katılmak, vatan müdafaasında görev almak gayesiyle Anadolu’ya geçen aydınlar, İnebolu yolunu kullanmışlar, Kastamonu da uğrak yeri olmuştur. Mehmet Arif, bu dönemlerde çağının üstadı diyebileceğimiz, içerisinde Mehmet Akif Ersoy’un da olduğu kalemlerle tanışmıştır ve bu tanışıklıklar ona şiir hayatında büyük katkı sunmuştur. Kastamonu’dan sonra İstanbul Darülmuallimin-i Aliye’ye (Yüksek Öğretmen Okulu) girmiş ve 1928 yılında bitirerek öğretmen olmuştur. Öğretmenlik hayatına Adana’da başlayan Mehmet Arif, 1934-1935 yılları arasında askerlik görevini yapmış ve askerdeyken “Asya” soyadını almıştır. Askerliğini bitirince Adana Erkek Lisesi’nde edebiyat muallimliğine dönmüş, on dört yıla yakın zamandır görev yaptığı Adana’dan, Malatya Lisesi müdürlüğüne atanmasıyla ayrılmıştır. Müdürlük görevi, Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’le aralarında geçen sert tartışmalar yüzünden sıkıntılı geçmiştir. Bu sebepten, 1943’te müdürlük görevine son verilmiş, bir buçuk ay açıkta kaldıktan sonra tekrardan öğretmenliğe dönmüştür. Sonrasında Diyarbakır’da ikinci askerliğini yaptıktan sonra tekrardan Adana’ya atanmış ve Erkek Lisesinde göreve başlamıştır. Bu sefer Adana’da üç yıl kalmış, Edirne’ye atandığı zaman Seyhan milletvekilliğine seçilerek 1950’de Parlamentoya girmiştir. 1954’te öğretmenliğe geri dönmüş, bir yıl Eskişehir’de kaldıktan sonra Ankara Gazi Lisesine atanmıştır. 1959 yılında, eşi kimya öğretmeni Servet Hanım’la Kıbrıs Lefkoşe Türk Erkek Lisesine atanmışlar ve burada iki yıl kalmışlardır. Sonrasında tekrardan Ankara Gazi Lisesine dönmüş, 01 Mart 1962’de emekliye ayrılmıştır.

Şairliğe Başladığı Yıllar ve Sanatçılığı Üzerine

Şiire ilk başlayışı, birinci dünya harbinde İstanbul Gülşen-i Maarif Rüştiye’sinde öğrenciyken olmuştur. O dönemde birçok destan yazanlar, yazdıklarını renkli kağıtlara bastırıp satarken Arif Nihat Asya da ilk beytini henüz ilkokul üçüncü sınıftayken söylemiştir:

İngiliz’in boşuna gitti her işi
Türk’e mermi menzili oldu gemisi

Bolu Sultanisine geçince yaklaşık dört yıl kadar şiir yazmamıştır.

Bir gün, mahallede yaşanılan bir hadise üzerine henüz on, on bir yaşlarındayken ailesi ondan bir şiir yazması konusunda ricada bulunur. Arif Nihat Asya, şiirin ve kaleminin gücünü gösteren bu hatırasını şöyle anlatmıştır:

Evimizin karşısında güzel bir kız vardı. Benimle alakalı değil canım, o zaman on, on bir yaşındaydım. Mahallelinin delikanlıları evin önünden sık sık geçer ve devrin el verdiği, müsaade ettiği nispette ya hafif bir ıslıkla veya mırıldanarak şarkı terennüm eder, ah çeker, köşe başlarında sohbet eder gibi durup cumbaya nazar eylerler idi. Bu hali bizim evdekiler pek doğru bulmamışlar ki bir gün bana: ‘Arif, sen yazı yazmaya meraklısın, şunlara iki satır yaz da bir görelim.’ diye takıldılar. Bu benim aklıma bir muziplik getirdi. Gençlere hitaben bir şiir yazıp, onların toplandığı köşede bir taş altına sıkıştırdım, görüp bulmaların temin için galiba, renkli bir iple sardım. Ertesi günü baktım ki bizim şiir yok. Ve şiirin oradan alınışından sonra gençlerin izaç edici hareketleri, serenatları da bir hayli seyrekleşti. İşte o şiirden hatırımda kalan bir beyit:

Beklemeyin o güzeli eşikte,
Sevmiş idim onu ben ta beşikte.

Sonrasında Kastamonu Sultanisine geçmiş ve burada artık yavaş yavaş şiire geri dönmüştür. Sahnelerde kendi şiirlerini okumaya başlamıştır. Kastamonu Sultanisinde öğrenci olduğu zamanlar hocaları kendisine hep “şair” diye seslenmiştir. Kendisi bununla ilgili şöyle der: “Bana arkadaşlarımın dörtte biri Arif derse dörtte üçü ‘şair’ derdi. Bana da hemen hemen genç bile değil, çocuk irisi olduğum yaşlarda şair diyenleri yalancı çıkarmaya hakkım yoktu ve şair oldum.”

Kendi ifadesiyle de belirttiği üzere şiire tam anlamıyla Kastamonu Sultanisinde birinci sınıftayken başlayan Arif Nihat Asya, orada edebiyat öğretmeninden aruzu dinlemiş ve aruzu daha önceden bildiğini fark edip “Demek aruz benim içimde varmış.” demiştir.

Arif Nihat Asya’ya şiir hayatı ve sanatçılığına dair kendisine soru yöneltildiğinde kısaca neyi hangi gayeyle yaptığını tarif ederek kendisinden şöyle bahsetmiştir:

Önce her genç gibi başladım. Bilirsiniz ki bir yaşta herkes şairdir. Ben herkesten nihayet bir basamak daha yukarı şair oldum. Gönül, memleket, dünya mevzuları beni şairliğe itti veya çekti. Bugün siz de ‘şair’ diyorsunuz. Size de ‘yalan söylüyorsunuz’ diyemeyeceğim için şair olduğumu kabul ediyorum. Daha sonra, kendime edebiyat içinde edebiyat sahası seçmekte daha şuurlu hareket ettim ve gönlümle şuurum birbirine aykırı düşmedi. ‘Bu memlekette ne yapılmamıştır?’ diye düşünmeye başladım. Baktım ki nesir şiir, bazı üstatlara rağmen, hemen hemen yapılmamış durumdadır ve ‘Ayetler’ adlı kitabım bu kararın neticesidir. Yine bazı kuvvetli örneklere rağmen vecize edebiyatının da yapılmamış gibi olduğunu gördüm. ‘Kanatlar ve Gagalar’ bu teşhisin neticesidir. Daha sonraları rubaiye eğildim. Türkçe, Farsça, Arapça rubailerinin hepsini değilse bile bir haylisini okudum. Gördük ki rubainin vadettiği imkânlar gerçekleştirilmiş olmaktan henüz uzak. Ve tahminen 1953 veya 54’te rubaiye başladım. Rubainin çerçevesini çok genişlettim. Tabiatı, hayatı, aileyi, cemiyeti, hatta uzvi isteği, memleket menkıbelerini, kasabalarını, şehirlerini, sularını rubaiye soktum. Rubaide muhavere de yaptım. Yarım mısra da yaptım. Rubaiye başlık da koydum.........

© Yeni Ufuk Dergisi