TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ: KÜLTÜREL AKIL, İÇTİHAT VE SİYASET
Türk milliyetçiliği hem bir ideoloji hem de bir tutumdur. Tarihin ve kültürün yorumu olması itibarıyla Türk milliyetçiliği bir dünya görüşüdür. Siyasî tutum itibarıyla milleti ve milletin iradesini esas alır. Birlikte yaşamanın ve hak ve hukuku korumanım yolunu millî modelde görür. Irkçılığı ve sömürgeciliği reddeder. Türk milletini üst kimlik olarak kabul eder.
Millet, insanlık tecrübesinin ürünü, birlikte yaşama arzusunun ve dayanışmanın sosyolojik temelidir. Birlikte yaşama tecrübesinin çağdaş biçimidir. Ayrıca uluslararası sistemin yani hukukun ve güvenliğin temelidir. Bu nedenle milletlerin ve milliyetçiliğin devrinin bittiğine yönelik iddialar, milliyetçiliği hafife alan beyanlar tarihî yanılgının eseridir. Çünkü bu görüşlerin tarihî, felsefî ve içtimaî bir gerçekliği yoktur.
Aidiyet ve mensubiyet şuuru kadim geleneğe kadar uzanır. İlk yazıtlar, millet-vatan ve bağımsızlık mefkûresinin somut belgeleridir. Aidiyet ve mensubiyet şuurunun modern tarzı, tarihî mirasın ufkuyla çağın ufkunu birleştiren bir anlayışın ürünüdür. Bu anlayış, toplumsal dayanışma ve birliğin temelini oluşturan hayat felsefesini ve Türk milletinin tarihî varoluşunu her safhada gerçekleştirme mefkûresini ifade eder.
XVII. yüzyılda çökmeye başlayan Osmanlı Devleti, fikrî alanda sona ermesini XVIII. yüzyılda tamamlamıştır. XIX. yüzyılda ise yeni zihniyetin gelişmekte olan unsurlarına dâhil olmuştur. Yeni zihniyet temelindeki arayışlara Türk milliyetçiliği damgasını vurmuş, yeni sistemin fikrî ve siyasî temeli olmuştur. Tarihî ve sosyolojik ayrımlar ve tanımlar eşliğinde kültürel aklı yeniden inşa etmiştir. Bu yönüyle Türk milliyetçiliği kelimenin tam anlamıyla bir içtihat ve tecdit hareketidir. Çetin bir fikrî ve siyasî mücadeleden sonra çağdaş dünyada yerini almış, tarihî görevini üstlenmiştir.
Türk milliyetçiliği, sınıf çatışmasına ve endüstriyel gelişimin ürettiği burjuva sınıfına dayanmaz. Türk-İslâm dünyasının kültürel ve iktisadî alanda çöküşünü aşma arayışına paralel olarak gelişmiştir. Bir fikrî hareket olarak başlamış, model arayışları sürecinde siyasî bir harekete dönüşmüştür.
Türk milliyetçiliği açısından milliyet, ırk birliği değildir. Milliyet bir kültür birliğidir. Kültür, fikrî içtihatların ve hissi uyanışların toplamıdır. Fikrî içtihat ve hissî uyanış, gerçekleri içselleştirmemizi temin eder. Siyaset ise toplumun içindeki fenalıkları yok ederek yerlerine iyilikleri ikame etme eylemidir. Milliyetçi siyaset kültürü esas aldığı için siyasî mülahazalar nedeniyle toplumu ayrıştırmaz. Siyasî rekabeti, ihtilafın değil, millete hizmetin alanı olarak görür. Siyasî mülahazalarla üretilen ayrıştırıcı siyaseti reddeder. Siyaseti milletin hayatını ve geleceğini tehdit eden unsurların izalesi ve hayatı daha anlamlı ve milleti mutlu kılacak unsurları ikame etmenin aracı olarak görür. Milliyetçi vicdanda siyaset hayırda yarışmaktır. Toplum nezdinde kin üretmek, ihtilaf alanları oluşturmak milliyetçi bakışla bağdaşmaz.
Kendi gerçekliğini oluşturulmuş akılda, içtihat ve tecdit hareketini oluşturucu akılda görür. Tarihî tecrübeyi ve geleneği, siyasî ve stratejik aklın kaynağı olarak telakki eder. Bu yönüyle Türk milliyetçiliği, kültürel akıldır. Fikrî içtihatlar, millî uyanış ve mefkûreler cihetiyle geleceğe yönelmiş tarihî akıldır. Bu nedenle Türk milleti, her tarihî kırılma ve yeniden inşa etme dönemlerinde millî şuuru harekete geçirmiş ve büyük yıkımlara karşı başarılı olmuştur.
Başlangıçta, XIX. yüzyılın olgucu ve toplumcu felsefelerinden etkilenmiştir. Bu çerçevede bazı olgucu temaları ve görüşleri bünyesine taşımıştır. Fakat bu temalar ve görüşler daha sonraki milliyetçi düşünürler tarafından elenmiştir. Eleştirel aklî........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d