AĞUSTOS BÖCEĞİ İLE KARINCAYA BİZDEN BİR BAKIŞ
Yazdıklarım, temeli çatırdayan medeniyetimizin duvarlarında bir parçacık sıva olabilme gayreti iledir.
Malumunuz ağustos böceği ile karınca hikâyesi vardır, yıllarca büyüğe ve küçüğe bir ibret vesikası olarak anlatılır, piyesleri oynanır ve yeri geldiğinde mizahı dahi yapılır. Peki, bu olaya başka bir gözle bakılsa nasıl olurdu? Müsaadeniz ile deneyelim…
Bir kış günü, hava soğuk, gök gri ve yer çamurlu… Nebatat uykusuna çekilmesi gerekirken ayakta, dinlenmesi gerekirken çalışmaktadır. Göğün rengi havanın bozmasından değil, insanoğlunun bacasından kararmıştır, toprak bozulmuştur ve iklim yerinden oynamıştır. Tabiat bu durumla mücadele etmekte ve mevcudiyetini, mukaddesatını korumaya çalışmaktadır. Bu görev tabiata kimse tarafından verilmemiş, tüm azalarıyla tabiat bunu vicdanî bir görev kabul etmiştir. Bu mücadelede tabiatın en büyük yardımcısı ise çalışkan karıncalardır…
Karınca çok defa katliama maruz kalmıştır, bin bir emekle yaptığı yuvası yıkılmış, edindiği mülküne yabancı maddeler dökülmüş, pek çok arkadaşı yok edilmiş, ondan kopartılmıştır. Karınca çekilmiş, başka bir yerde kendine yuva yapmıştır, burada da başına benzer hadiseler gelmiştir. Ancak asla vazgeçmemiştir…
Karıncalar her gittiği yerde pislikleri temizler, nebatatı canlandırır, aza kanaat eder, çoğu paylaşırlarmış. Gayet mütevazı ancak bir o kadar da haşmetli yuvalarını hızla yaparlar, cinslerine ve tabiata hizmete çalışırlarmış. Bu da yetmezmiş gibi ağaçlara dadanan kötü haşeratı yerler, toprak altına taşıdıkları tohumlar ile yeni nebatatın yükselmesini sağlarlarmış. Hülasa karıncalar gittikleri yerlerde durmadan çalışan, koşuşturan bir cins imiş.
Kışın bugünü dahi karıncalar durmamakta, karanlığa karşı mücadelesini sürdürmekte iken yeni tohumlar bulmak için gruplara ayrılmış ve çevreye dağılmışlardır. Bu gruplardan bir tanesi ilerlerken bir ağacın dibine yuva yapmış, hali ve keyfi yerinde, erzakı yuvasının dibinde, tuzu kuru ağustos böceğine denk gelmişler.
Ağustos böceği, adı itibariyle yazın ortalarında görünür, kışın yuvasına çekilir, çalışmayı sevmez ve çalışmadığı için de biriktiremez. Ağustos böceğinin tüm bu özellikleri karıncaların çok tuhafına gider hatta içlerinden birkaçı da buna özenir. Kendileri kara göğün altında, kirli toprağın üstünde en zor şartlarda koşuştururken ağustos böceğinin sıcak yuvasında, yediği önünde yemediği arkasında, yanında hemcinsleri ile keyif halinde olması bunları cezbeder.
Grubun önünde yürüyen karınca gaflete düşerek:
-Gidelim de soralım, bu yiyecekleri nereden bulmuş? Bu feraha nasıl ermiş?
Fikrini ortaya atar, diğerleri de kimi pek istekli, kimi merakından ona katılırlar ve sıra halinde yuvaya yönelirler. Ağustos böceği dışarıdan gelenleri yuvasının aralığından görünce yattığı yerden kalkar, ağır ağır dışarı çıkar. Karıncalardan nefret eden Ağustos böceği, itidalli şekilde:
-Ne istediniz?
-Halini hatrını sormaya geldik.
-Halim gördüğünüz gibi, hatrım sizden hallice.
-Refahını gördük, sebebini merak ettik.
Ağustos böceği bunu duyunca yüzü güler, bıyık altından tebessüm eder, her ne kadar karıncaları sevmese de şimdi onlara dostça yaklaşarak:
-Karınca kardeş, bak ben sizi severim. Sizin de bu kadar çalışmanıza, yorulmanıza üzülürüm. Gördüğünüz gibi ben ve arkadaşlarım pek müreffeh, pek ileriyiz. Siz önce söyleyin, benim gibi olmak ister misiniz? Sonra ben size bu refahın sebebini söyleyeyim.
Karıncalar bunları duyunca birbirlerine bakarlar, en öndeki karınca bu sözlerin altında bir hinlik olduğunu anlar ve gitme kararı alır ancak artık çok geçtir, yanındakiler sihirli kelimeleri duymuşlardır. Artık kimisinde hayranlık, kimisinde aşağılık duygusu uyanmıştır. Her iki sebep de onları o an ağustos böceğine bağlamaktadır. Aşağılık duygusuna kapılanlar içlerinden “bizden bir şey olmaz.” Hayranlık duygusuna kapılanlar ise “bizden daha büyük.” Diye........
© Yeni Ufuk Dergisi
