DÜNDAR TAŞER (1925 – 1972)
Giriş
Alparslan Türkeş Bey (1917 – 1997), 1960’lı yılların başında, sivil toplum alanında bir fikir akımı olarak görülen Türk milliyetçiliği düşüncesini, iktidara talip siyasal organizasyona dönüştürmüştür. Kurucu liderin, bu süreç içerisinde, hareketin meşruiyetini üç temel üzerine bina ettiğini söylemek mümkündür. Bunlardan birincisi, 27 Mayıs 1960’ta gerçekleştirilen müdahalenin milli kültür ve ülkü birliği içerisinde kardeş kavgasını bitirerek, yıllardır çözülemeyen kalkınma sorunlarına el atmayı hedefleyen, millet sevgisini merkeze alan bir hareketken, 13 Kasım 1960’ta 13 arkadaşıyla birlikte sürgüne gönderilmesinin ardından ulvi gayelerini kaybettiğini söylemiştir. İkincisi, Rusya’nın istila planlarının bir parçası olan Marksist hareketler karşısında siyasal iktidarların gerekli hassasiyeti göstermediklerini belirterek, demokratik ve fikri mücadelenin önemini vurgulamıştır. Nihayetinde iki asra ulaşan Batılılaşma çabalarının özlemi duyulan ilim ve tekniği getirmediği gibi kültür buhranına yol açtığını belirtmiştir. İlk madde lider ve çevresini tanınır kılan hadisede yaşanan acılardan mâsûmiyetini ortaya koyar ki konjonktürel olmakla birlikte tarih yazımı açısından oldukça önemli bulunmaktadır. İkinci husus, etnik ve mezhebi ayrımları Marksizm’le buluşturan aydınların, ülkücü hareketi faşizmle özdeş görmekte ısrarcı olmalarının sebebi olsa gerektir. Altı çizilmesi gereken son nokta ise ülkücülüğün maziden atiye uzanan inşacı, ihyacı, aksiyoner ruhunu yansıtır. Mümtaz Turhan (1908 – 1969), Erol Güngör (1938 – 1983), Seyyit Ahmet Arvasi (1932 – 1988) gibi dönemin büyük mütefekkirlerini bünyesine çekmiş entelektüel yanını oluşturur.[1] Genel çerçevesi çizilen bu siyasal mücadelede Dündar Bey, Başbuğu’nun Türkmen Ağası olarak vefatına kadar en büyük destekçisi olmuştur. Burada, kısa bir biyografinin ardından, onun koyduğu destek Türk milliyetçiliğinin siyasallaşması evresinde çizilen çerçeveye paralel şekilde ele alınacaktır.
Dündar Taşer’in Biyografisi
İnsanda bıraktığı ilk izlenimi Güngör, şöyle aktarır:
“Orta boylu, kıvırcık kır saçlı, yüzü daima mütebessim, alnında kış ve yaz ter damlaları eksik olmayan, parlak ve canlı gözlerinde zekâ kıvılcımları tutuşan bir adam. Konuşurken gözleri yukarıya doğru çevriliyor, sanki orada kendisine fikirleri ve sözleri en güzel terkipler halinde veren gizli eller var. Bir âlimin dikkati ve titizliği ile bir sanatkârın zerafetini, bir velinin ıztırabını kendine saklayıp sevgi ve şefkati başkalarına sunan diğergâmlığını, bir Türk köylüsünün karşısındakini küçülten tevazu ve mahcubuyetini, bir Osmanlı paşasının vekâr ve azametini şahsında toplayabilmek için mutlaka yukarılarda bir kaynaktan ilham alıyor olmalı…”[2]
Dündar Bey, 1925 yılında Gaziantep’te doğmuştur. Taşerler Keyvan Bey, Bayram Bey ve Misk Bey kolundan Orta Asya’dan Anadolu’ya girmişlerdir. Misk Bey’in Antep’te vakıfları vardır. Gene Misk Bey ahfadından olan Hüseyin Sabahattin Efendi Dündar’ın müderris olan dedesidir, bedesten şeyhidir, sahip olduğu büyük bir kütüphaneyi Gaziantep Belediyesine bağışlamıştır. Dündar Bey Abdülkadir Kamil Bey’in oğludur. Annesi Barlas ve Cenani Beylerin kızı olan Âliye Hanım, Kız Öğretmen Okulu mezunudur. Aslında soy ismi Taşar’dır ama Milli Birlik Komitesi içinde yanlışlıkla Taşer diye bildirilmiş ve öyle kalmıştır. İlkokul ve ortaokulu Gaziantep’te bitirir. Kuleli Askerî Lisesi ve Kara Harp Okulu ardından 30 Ağustos 1944’te tank asteğmeni olarak orduya katılır. Dündar, 4 yaşında iken okumayı öğrenir ve kitaplar hayatının ayrılmaz parçası olur. Eşi Asuman Hanım, teyzesinin kızıdır, 1941’de evlenmişlerdir. Asuman Hanım, Ankara’ya tayinleri çıktığında “Çok eşyam var.” diye yakınan Dündar’ın on sandık kitaptan başka eşyası olmadığını söyler. 27 Mayıs 1960’ta tank binbaşısı olarak Türkeş Bey’le Milli Birlik Komitesindedir. 13 Kasım 1960’ta da 14’lerden biri olarak Rabat – Fas’tadır. 1 Ağustos 1965’te Türkeş Bey CKMP Genel Başkanı olduğunda ve partinin ismi 9 Şubat 1969’da MHP olarak değiştiğinde genel başkan yardımcısı olarak yanındadır. Onun en büyük hizmeti, ipeğe sarılmış çeliğe benzettiği ülkücü gençlerin yetişmesinde olmuştur.[3] Bugünün nesillerinin anlamakta güçlük çekeceği buhran dolu günleri Güngör şöyle anlatır:
“Taşer, Türk gençlerini milliyetçi ideolojinin bayrağı altında toplamaya çıktığı zaman manzara tıpkı Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk başlangıcında anlattığı Türkiye’nin durumuna benziyordu. Memleket devrimci teröristlerin ve onlarla müşterek cephede bulunan iktidar heveslisi siyasi grupların karşısında bölünmüş, sinmiş, dağılmış durumdaydı… Tahsildeki evlatlarının bir kısmı bu terörist grupların eline düşmüş, büyük çoğunluğu ise hakaret, dayak ve silahla okuma hakkından bile mahrum bırakılmıştı.”[4]
Gene Güngör’e göre Taşer, eşkiyaya karşı güç oluştururken bir tarihçi, sosyolog, psikolog gibi hareket etmiştir. Onların metodunu kullanmamıştır. Milliyetçi gençliği tek bir çatı altında toplayıp, Türk tarihinin yeni bir yorumunu yapmış ve bunun için de gençliğe görevini anımsatmıştır.[5] Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve fazileti, İla’y-ı Kelimetullah için Nizam- ı Âlem fikri bu eğitimin temel dinamikleridir.[6] Tüm mesaisini ülkücü gençliğin yetişmesine vakfetmiştir. Onları kendi neslinin nemelazımcı, renksiz, yılgın, rahatçı, aciz, ürkek tavrından ziyade Akif’in Asım’ın nesli olarak vasıflandırdığı Enver Bey, Ali Fethi Bey, Mustafa Kemal Beylerin nesline benzetmiştir.[7] Ülkücü gençlik için de Taşer, zor soruların cevaplarının arandığı bir bilge siyasetçi olmanın ötesinde “üniversitelerden hapishanelere, hastane kapılarından mezarlıklara uzanan ülkücü mücadelede onların arkadaşı, ağabeyi, güvendikleri bir dağ idi.”[8] Şehit Süleyman Özmen’in cenazesinde Galip Erdem’e (1930-1997) “Ne kadar üzülürsem üzüleyim ağlamak âdetim değildir. Hatta annemin ölümünde bile ağlamadım, ama bu çocuğun gidişi ağlattı beni.” diyecektir.[9] Gene bir şehit cenazesinin ardından Güngör’e başları dik, vekar içinde yürüyen gençlik kitlesinin önünde sanki o vardı dedirten de ölümünün ardından günlerdir yarı mefluç dolaştım dedirten de Taşer’in mücadelesinde ortaya koyduğu mirastır.[10]
13 Haziran 1972 gecesi, şüpheli bir trafik kazasının ardından vefat ettiğinde ülkücü hareket Ziya Nur Aksun, Erol Güngör gibi Osmanlı tarihine bakışta cumhuriyet aydınlarının kıblesini düzelten iki büyük müellifi derinden etkileyen büyük bir mütefekkiri, dava adamını, gençliğin gözünün içine baktığı manevi bir önderi kaybetmiştir.[11] Onun “Türkeş’in yanlışı benim doğrumdan üstündür.” sözü ülkücü harekette darbımesel kıvamına ulaşmıştır. Taşer, bunu, sevenlerinin kendinde temayüz ettiğini gördükleri üstün liderlik vasıfları üzerine söyleme gereği duymuş ve oluşabilecek fitnelerin önünü kapamıştır. Hareketin sonradan yaşadığı yol ayrımları dikkate alındığında, Taşer’in bahsi geçen tavrının önemi daha iyi anlaşılır olsa gerektir. Gene bu tavır, olası bir gelecekte, ülkücü hareketin birlik ve beraberliğine dair hasbi bir çabanın içerisine girecek olanlara, başlangıç noktasının neresi olduğunun da habercisi gibi durmaktadır.
Dündar Taşer’in 27 Mayıs’ı
Taşer, Yeniçeri isyanları ile inkılap hareketleri bağlamında ortaya çıkan askeri müdahaleler arasında bir ayrım yapar. Bunlardan ilki, kurulu nizam içerisinde bir tür hak arayışına, disiplinli bir idareyi davet mahiyetinde yeni hamlelere yol açabilmiştir. Genç Osman’ın şehadetinin ardından ki oldukça elim bir hadisedir[12], IV. Murad’ın zuhuru, Sultan İbrahim’in katlinden sonra Köprülülerin çalışmaları, 1730 Patrona İhtilali akabinde Belgrat’ın alınmasına neden olan gelişmeler buna örnektir. Yeni düzen arayışları ise, 1826’da yaşanan Yeniçeriliğin ilgası gibi, büyük yıkımları, nihayetinde imparatorluğun tasfiyesini doğurmuştur.[13] Bu tahlil Taşer’in 27 Mayıs öncesinde yaşadığı tereddütlerin de habercisidir:
“Hareketi tekaddüm eden günlerde benim en büyük ızdırabımı, yapacağımız işte devletin yeni bir badireye sürüklenebileceği ihtimali teşkil ediyordu. İşe karar vermek benim için kolay olmadı. Çünkü tarihimizde yapılmış bütün inkılap hareketlerinin, ne kadar kötü olursa olsun, mevcut nizamı sarsıp, devletin ve milletin başına yeni belalar getirdiği hakkında sarsılmaz bir kanaatim vardı. Bugün bu kanaatim daha da pekleşmiştir.”[14]
27 Mayıs 1960 Hareketi’ne götüren süreci besleyen ana damar, köklü yenileşme hareketlerinin devamıdır. Nihayetinde iktidar partisinin hataları bir yana, sürecin esas taşıyıcısı inkılapların köklü partisi CHP’dir.[15] Yeni bir nizam istenmektedir ve burada dile getirilenler daha önce Mustafa Kemal Paşa’ya II. Grup nezdinde ve muhalif partiler eliyle; İnönü iktidarına DP taraftarlarınca da söylenegelmiş hususlardır. “Anayasa yapmak”, cazibesi Yeni Osmanlılardan beri tükenmeyen bir rüya gibidir. “Nitekim biz de aynı hataya düştük. Ve bir mükemmel anayasa yapılırsa, Türkiye’nin Almanya ve İngiltere seviyesine geleceğini sandık.” diyecektir.[16]
27 Mayıs 1960 Hareketi’nin ertesi günü İstanbul’dan gelen profesör heyeti “Nasıl bir anayasa istiyorsunuz?” diye sorduklarında “Allah Allah benim istediğim mi anayasa olacak? Öyleyse size ne lüzum var? Osman Gazi’nin kurduğu devlette böyle olmamıştı. O zamanın hukukçuları ve uleması, kanun senin istediğindir dememişlerdi… Devleti hukuka bağlı, hukukla sınırlanmış, sonraları arzularıyla değişmeyen hukuk prensiplerine bağlamışlardı…” tarzındaki düşünceler zihninden geçer ve ulemanın dalkavukluğu Taşeri uyandırır.[17] Olan bitene fetva vermek üzere İstanbul’dan gelen heyetin tavrını Söğüt’le süzen idrak, milli ülkü ve kültür birliğinin mücadelesine yönelmeyip de ne yapacaktı? Nihayetinde DP’de CHP içinden doğmuştu. Bir kısım ileri gelenleri 27 Mayıs’ın raylarının döşenmesinde epey emek harcamışlardı. Taşer, meselenin bu yanını şöyle anlatır:
“Ordu bir menfaat kurumu değildir. Bir rahat kurumu değildir… Bir cefa mihrakıdır, bir vefa abidesidir. Şeref ve haysiyet temelleri üzerinde dikili 27 Mayıs’ın özünde iki söz oturur. Birincisi Menderes’e atfedilen ‘Battal Gazi Ordusu’ tabiridir ki sonradan doğru olmadığı iddia edilmiştir. Diğeri ‘Subayların yatak odasından emir erlerini çıkaracağız.’ ifadesidir. Bu iki söz 5000 yıllık şeref ocağı ile DP hükümeti arasındaki bağı bir hamlede koparmıştır. Söz sahibi DP’den ihraç edilmiş olmasına rağmen söylediği DP’nin zimmetinde kalmıştır. Çünkü iftira ve isnat aleni, tedip ve tecziye gizli yapılmıştır.”[18]
DP’nin ordu ve aydınların rızasını zaman içerisinde kaybetmesi, CHP’nin sert muhalefeti ile birleşince memleket 27 Mayıs’ın eşiğine gelmiştir. Taşer’i, Türkeş Bey’le birlikte harekete yönelten milliyetçi tasavvurlar, Milli Birlik Komitesi içinde de icra alanları bulmuştur. Onlar bu çizgiyi 27 Mayıs sabahından itibaren sürdürmüşlerdir. Onların hareketi, “Kardeşlik, barış ve sevgi hedefine yönelen, kardeş kavgasını önlemek için yapılan ve çağdaş medeniyetin imkânlarını var etmeye çalışan hiçbir zümre ve kişinin leh ve aleyhine bir gaye taşımayan…” bir hareketti.[19] 27 Mayıs – 13 Kasım arasında adaletin safını tutanlar, Devlet Planlama Teşkilatını, Ordu Yardımlaşma Kurumunu, Ülkü ve Kültür Birliği Teşkilatını, Holding Yatırım Şirketini kurmuşlardır.[20] Tüm toplum dilimleri, küçük tasarruflara teşvik edilecek, iktisadi kalkınmanın temeli olan sermaye millet tabanından yükselecek, öğretmenler başta olmak üzere mesleki teşekküllerin her birinin OYAK’ı olacakken, 14’ler fesat denizine itilmişlerdir. Taşer, süreci oldukça açık bir şekilde anlatır:
“Merhum Gürsel’e gidip ‘Seni Türkeş ve arkadaşları öldürecek’ diye ürküttüler! Bakanları bulup TBMM sığınaklarına götürerek her birinin zincire bağlanacağı hücreyi gösterip korkuttular!
İnönü’ye varıp ‘Arkadaşlarımız seçimi geri bırakmayı düşünüyorlar, aman çare’ dediler. Ekim 1960’da Afet İnan Hanım’ın Kızılay’daki evinde, Ekrem Acuner – Fikret Kuytak – İsmet İnönü – İsmail Rüştü Aksal buluşup icra planını tespit ettiler… 13 Kasım günü hıyanet planı icraya kondu… İyi bir tefeci gibi 27 Mayıs ihtilalini CHP’ye sattılar…”[21]
Millet menfaatine girişilen 27 Mayıs, 13 Kasım’la CHP yararına bir harekete dönüşmüştür.[22] Gene........
© Yeni Ufuk Dergisi
