Ramazan Medeniyeti-4: Hüznün diriltici sesleri ve renkleri
Hüzünlü bir Ramazan geçiriyoruz bütün dünya ölçeğinde. Gazze’de yaşanan soykırım, Doğu Türkistan ve Hindistan’da yaşanan Müslüman katliamı, Ramazan’ın belki de tarihte hiç olmadığı kadar buruk ve hüzünlü geçmesine yol açıyor.
Doğrusu, bir müslüman olarak
bu Müslüman soykırımı ve katliamıyla üretilen psikolojik yıkıma değil ilâhî kudrete teslim olalım
ve bu kez Ramazan’ı
kendimizi tezkiye ve nefsimizi tasfiye
sürecinde gerçek bir imkân olarak görmeye çalışalım, diyorum. Müslüman direncini, metanetini kuşanalım, şer görünen şeyden hayır çıkaralım, diye düşünüyorum ve
Ramazan mevsimini bu yıl
hüzün iklimi olarak görelim, hüznün insana aslında nasıl varedici bir kalp, diriltici bir ruh hediye ettiğini gösterelim, istiyorum.
Yazıya, şöyle giriyorum:
Hüzün, insana bir kalbi olduğunu hatırlatır.
Hüznünü yitirme, kalbin kararır.
Kararan kalp, hayatını da karartır.
Hüzün, bitmemiş bir şarkıdır; tamamlanmamış bir hikâye, insan yeşerten bir mekteptir...
Bitmemişlik, tamamlanmamışlık hâlidir hüzün.
Hüzün, umutların bittiği anlamına gelmez. Aksine hüzün varsa, umut da vardır.
Hüzün, kişinin acziyetini kabul etmesiyle ortaya çıkar. Ama insan, ancak acziyetini farkettiği an, azmanlaşmaktan kurtulur, insanlaşmaya -başkalarının acısını duymaya- başlar...
RAMAZAN’IN SIRRI: HÜZÜN FÜTÛHÂTI MEVSİMİ OLMASI
Ramazan’ın sırrı nedir?
Özlenen bir ay olmasıdır.
Her dem özlenilecek olaylar, unutulmayacak tadlar, kokular, yaşanamayacak anlar, anılar yaşanıyor ve yaşatıyor olması.
Hüznün bütün boyutlarıyla, enlemesine ve boylamasına yaşanabiliyor olması: Ramazan’ın sırrı bu.
Ramazan bir hüzün........
© Yeni Şafak
