Hayfâ’daki o kabir…
Yaşadığımız dönem itibariyle en büyük talihsizliklerimizden biri, “şâmil şahsiyet” olarak tanımlayabileceğimiz kimselerin hızla sırra kadem basması. “Şâmil şahsiyet” mefhumuyla kastettiğim şu: İslâm’ı hayatın her alanını kuşatan mükemmel bir nizam olarak anlayan ve istikametini bu çerçevede belirleyen… İlmiyle âmil, siyasî şuuru diri… Seferde asker ve komutan, hazerde mütefekkir… İş başa düştüğünde, etrafına hiç bakmadan en önde koşabilecek biçimde vazifesine odaklanmış… Kendisine ait bir gündemi olan ve bu gündemden hiçbir şekilde sapmayan… Öfkesini de muhabbetini de en doğru hedeflere yönlendiren… Nihayet, şerefli ve onurlu bir ölümle bu dünyadan ayrılan…
“Şâmil şahsiyet” denildiğinde, Şeyh İzzeddin el-Kassâm (1882-1935), benim aklıma ilk gelen örneklerden biridir:
Kâdirî tarikatına mensup müderris bir babanın oğlu olarak Suriye’nin Cebele kasabasında dünyaya gelen İzzeddîn el-Kassâm, İslâmî eğitimini Ezher Üniversitesi’nde tamamladı. Dönemin bütün önemli âlimleriyle ve mücadele adamlarıyla tanıştı. 1909’da yeniden memleketine döndükten sonra babası gibi müderrislik vazifesini üstlendi, aynı zamanda camilerde verdiği vaaz ve hutbeleriyle özellikle gençler üzerinde ciddi bir tesir oluşturdu. 1911’de İtalyanlar Trablusgarp’ı işgal ettiğinde öğrencileriyle birlikte Libya’ya gitmeye hazırlanan Kassâm, Uşi Anlaşması’nın imzalanmasıyla bu hedefinden vazgeçmek........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d