menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Dağılanı toplamak

77 0
saturday

Filistin başta olmak üzere İslâm coğrafyasının kanayan yaralarına son derece duyarlı bir dostumuz, uzak diyarlardan gelen acı haberler karşısında duyduğu çaresizlik sebebiyle, 1990’larda babasının evdeki radyo ve televizyonu kaldırdığını anlattı. Sürekli dinleyip izlemek ama hiçbir şey yapamamak o kadar yormuş ki adamcağızı, çareyi haber alma kaynaklarını hayatından çıkarmakta bulmuş. Babasının hissettiklerinden çok daha fazlasını yüreğinde duyan dostumuz, onun yaptığını yapamadığından da şikâyet etti. Dün radyo ve televizyonu evden attığımızda gündemden büyük oranda kopabiliyorduk, ama bugün böylesi bir izolasyon elbette mümkün değil.

Gazze’de İsrail tarafından uygulanan çok boyutlu soykırımı seyrederken hepimizin hissettikleri aşağı yukarı aynı: Çaresizlik, öfke, hüzün... Aslanlar gibi şehadete koşan yiğitlerin hayatına ve cesaretine hayranlık; kendimize bakınca içimize dolan kıymetsizlik ve yetersizlik duygusu…

Tüm bunlar çok insanî şeyler hiç şüphesiz. Gözyaşı, göğsümüzün içinde hâlâ bir kalbimizin bulunduğuna dair en güçlü ve umut verici işaret hatta. Ancak hayatımızın her alanına ölçüler getiren İslâm, duygu dünyamız için de belli sınırlar ve çerçeveler çiziyor.

Örneğin, Hz. Peygamber’in her gün sürekli ve ısrarlı biçimde ettiği duaların içinde “Hüzünden ve kederden Sana sığınırım!” ibaresinin neden yer aldığını derinlemesine düşünmeye değer. Hayatı acının, üzüntü ve........

© Yeni Şafak