Trumpizm üzerine bâzı notlar (2)
Demokratların neocon kadrolarla birleşmesi üzerinde durulması gereken bir husustur. Daha baştan çok çelişkili ve olmayacakmış gibi duran bu iki akım nasıl oldu da bu kadar kolay yan yana geldi, hattâ özdeşleşti? Tekrâren ifâde edelim;
dünyâyı özgürlükçü ve keyfî idâreler olarak ikiye ayırmak ve arkasından, ilkini müdafaa etmek adına diğerine saldırmak
tam da bu çakışma noktasını ortaya koymaktadır. Düşünülmesi gereken ikinci husus ise, bu
düşmanlığın nesnesinin kim olduğu
ile alâkalıdır. . Bunun, İran Devrimi, Körfez Savaşı ve Afganistan bağlamlarında olduğu üzere doğrudan İslâmiyet olması ile, Arap Baharı esnâsında
BAAS rejimleri ve liderleri olması
ve nihâyet çerçevesini büyütüp Çin, Rusya, İran ve Türkiye’yi alması farklı farklı değerlendirilmesi gereken örüntülerdir. Belki bu husus ayrıca tartışılabilir. Ama burada bizim için ehemmiyet kazanan husus, bahsi geçen nesneleştirmelerdeki değişmelerin
neocon-libertinist çakışmasını gölgeleyen
ve anlaşılmasını zorlaştıran bir kafa karışıklığı doğuran taraflarıdır.
Esâsen ilk başlarda Leo Strauss’un fikrî babalığını yapmış olduğu neocon hareket ile özgürlükçü (libertinist) entelektüel iklim arasında bir bağ olmasını bırakalım, tam bir zıddiyet mevcuttu. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını kendilerini mutlak mânâda meşrûlaştıran bir zafer olarak gören özgürlükçüler, zihinsel bir esriklik yaşamaya başladılar. İhatâlı bir liberalleşme dalgası her tarafı kapladı. Bu dalganın Leo Strauss gibilerinin muhafazakâr telkinlerini sâdece antikomünizm ekseninde kendilerine yakın bulacakları; bunun hâricinde yadırgayıp dışlayacakları; en fazla ona bir Soğuk Savaş tortusu olarak bakacakları kolaylıkla tahmin edilebilir.
Hem sağda hem de solda yaşanan liberalleşme dalgası
elbette en saf........
© Yeni Şafak
