Kıyma çekilir, sen çekilmezsin
Gündelik yaşamın akışı içinde bazı olgular var ki, yaşımız ilerledikçe onlara karşı tahammül eşiğimiz belirgin biçimde düşüyor. Çocuklukta sıradan sayılan kalabalıklar, araç kornalarının bitmek bilmeyen gürültüsü, akrabaların hiç eksilmeyen öğütleri ya da çocukların yüksek sesleri; yetişkinlikte giderek daha rahatsız edici hale geliyor. Aynı şekilde ekonomik sıkışmışlığın ve pahalılığın gündelik hayata yansıyan baskısı, sosyal ilişkilerdeki anlamsız tartışmalar, bitmeyen aşk acısı hikâyeleri ya da sürekli akıl dağıtan çevremiz de bireysel sabrı zorlayan unsurlar olarak karşımıza dikiliyor. Bu küçük gibi görünen ayrıntılar aslında bireysel psikolojinin ötesinde; toplumsal değerler, kuşaklararası çatışmalar ve ekonomik-politik koşulların kesişim noktasında konumlanıyor.
Yaşla birlikte azalan tahammül, modern bireyin kentleşme, dijitalleşme ve hızla değişen kültürel kodlara verdiği tepkilerin dolaylı bir ifadesine dönüşüyor. Kalabalıklar artık birlikte yaşamanın değil, birlikte sıkışmanın sembolü haline geliyor.
Çocuk çığlıkları yalnızca bir desibel meselesi olmaktan çıkıp bireysel alana yönelik bir tehdit gibi hissediliyor; akraba sohbetleri ise sıcak aile ilişkilerinden çok, giderek kişisel sınırlara yönelmiş bir kuşatma olarak algılanıyor.
SABIR TAŞINDAN MUTE TUŞUNA
Tüm bu duygular, bireyselleşme ile toplumsal yaşam arasında kurulan dengenin nasıl sarsıldığını gözler önüne seriyor. Günümüzde bireyin kendine ait bir alan inşa etme arzusu, kolektif dayanışma biçimlerini giderek çözerken; bu çözülme yalnızca aile ilişkilerinde değil, arkadaş çevrelerinde ve romantik bağlarda da kendini göstermeye devam ediyor.
Aşk acısı çeken birini dinlemek artık bir dostluk göstergesi değil, sabır sınırlarını........
© Yeni Şafak
