Hydra…
1950’li yılların ortası Soğuk Savaş’ın taraflarından ABD’nin bir paranoya seline kapılmasıyla şekillenmişti. Ülkenin bütün güvenlik ve istihbarat camiası, Sovyetler’in elinde kaç nükleer füze ve başlık bulunduğu üzerine yatıp-kalkıyordu…
Devlet bu ‘Vertigo’ kafası içinde yüzüp giderken, medyanın hali onu da aşmıştı. “Kızıllar” korkusu her yerdeydi. Ellerinde birkaç bin füze/başlık vardı ama Moskova’nın kaç nükleer silahı olduğunu bilmiyorlardı. Uydu, uçak, teknolojik istihbarat sistemleri bugüne kıyasla denli bodur olduğundan, her gece uykularından kan-ter içinde uyanıyorlardı…
Meşhur
U-2 casus uçakları
biraz bu yüzden icat edildi (1956). İhtiyacı tam karşılamıyordu belki ama yine de tepeden bakan bir gözdü. İlerleyen zamanlarda yarattığı siyasi krizler dünyayı gerçekten nükleer savaşa yaklaştırdıysa da işe yaradı. 1957’de Sovyetler ‘
Sputnik’i
uzaya gönderdi. Washington’un ödü patladı; ‘Uzaya bunu gönderebiliyorlarsa, nükleer başlıklı bir füzeyi kim bilir ne yaparlardı!” Ardından “
Corona uydusu
” geldi…
Sonunda istediklerini öğrendiler; Sovyetler’in elinde binlerce füze yoktu. Yüzlerce başlık da yoktu;
sadece dört taneydi
! Yanlış okumadınız, rakamla da 4…
Yani füze üstünlüğü ABD lehine 1000’e 1’di. Ruslar üstün değildi, üstün olmaya da çalışmıyordu. Amerika’ya saldırmayı düşünmedikleri gibi dünyayı yönetmeyi veya o günlerin popüler deyimleriyle kolonize ya da fethetmeyi de düşünmüyorlardı. Ama 1961’e gelindiğinde Amerika’nın elindekiler 23.000 başlığa ulaşmıştı!..
Peki bu kör kandırmaca ve dünyaya hazmettirilmesi on yıllar boyunca neden ve nasıl sürdürüldü? Nedeni çok basit ve kısa; kârlıydı! Hem de çok. ‘Nasıl’ı hâlâ hakkınca deşifre edilmiş değil…
Sonunda öyle bir “savunma hydrası” yarattılar ki, bahis konusu yıllarda ABD’nin başında bulunan Eisenhower şu çok bilinen konuşmasını yapmak zorunda kaldı…
“Muazzam boyutta ve kalıcı bir savunma sektörü yaratmak zorunda kaldık. Şimdi devlette askerî-endüstriyel kompleks tarafından........
© Yeni Şafak
