15 Temmuz’un yıl dönümünde 'cemaat' olgusunu yeniden düşünmek
1995 yılının sonbaharıydı. Memleketimiz olan Afyonkarahisar’ın Dinar ilçesinde büyük bir deprem meydana gelmiş; pek çok bina yıkılmış ve onlarca insanımız deprem nedeniyle vefat etmişti. Rahmetli pederim, yöre halkını teselli etmek ve onlara manen destek olmak amacıyla Dinar’a gitmiş; bizi de beraberinde götürmüştü. Dinar’ın merkezî camilerinden birinde öğle namazını kendi aramızda kılmıştık. Namazı bendeniz kıldırmıştım. Namazdan sonra cami içerisinde bekleyen kişiler, bizim Dinarlı olmadığımızı anlayıp yanımıza geldiler. Sanırım henüz 16 yaşındaki bir genç olarak düzgün bir şekilde imamlık yaptığımı görünce nerede okuduğumu, hangi cemaate bağlı olduğumu merak etmişlerdi. Önce biri yanıma usulca sokuldu; “Hoş geldiniz yavrum; nereden geldiniz?” dedi. “İstanbul’dan” dedim. “Nerede okuyorsun?” Marmara İlahiyat Fakültesi’nde okuduğumu söyleyince hemen heyecanla kendi cemaatine ait bir yurt ismi ve şahıs isimlerinden bahsetti. “Tanıyor musun onları?” dedi. “Hayır.” deyince, morali bozuldu; hiçbir şey demeden gitti. Onun gittiğini gören bir başkası benzer heyecanla aynı soruyu sordu. O da cemaatinden olmadığımı öğrenince yine morali bozulup gitti. Köşede bekleyen sakallı hacı amca, muhtemelen içinden “Bu oğlan, diğer ikisinin cemaatinden değilse kesin bizim cemaattendir.” diye geçirmiş olmalı ki diğerlerinden daha büyük bir heyecanla geldi. Ancak “Ailemin yanında kalıyorum. Hiçbir cemaate mensup değilim.” cevabını alınca onun da morali bozuldu ve hemen konuşmayı kesti. Türkiye’deki ‘cemaat’ olgusuyla işte o zaman çok net bir şekilde tanışmıştım. 16 yaşında gencecik bir İlahiyat talebesi olarak karşılaştığım bu trajikomik manzarayı hafızama öyle kaydetmişim ki ne zaman ‘cemaat’ olgusuyla ilgili bir tartışma olsa hafızamda o gün yaşadıklarım canlanır. O gün yanıma gelirken güler yüzle ve heyecanla gelen hacı abilerin, cemaatlerinden olmadığımı anladıklarında moralleri bozuk bir şekilde dönüp gitmeleri, kendisini cemaatçiliğe kaptırmış kimselerde ümmetçilik bilincinin nasıl zayi olduğunun çok çıplak bir tezahürüydü.
İnsan, toplumsal bir varlık. Bir topluluk ya da toplum içinde varlığını sürdürebiliyor ve varlığına anlam katabiliyor. Bulunduğu toplum içinde kendi duygu ve düşüncelerine yakın hissettiği insanlarla daha özel gruplar kurarak onlarla aynı heyecanı paylaşmayı seviyor. Siyasi partiler, spor kulüpleri ve STK’lar bunun en güzel örnekleri. Bunlardan hiçbiriyle ilgilenmeyen insanlar ise,........
© Yeni Şafak
