Sen rüyama bir kerre gel ki noliy?
“Sevmek nasıldır?” diye sormuşlar dervişe. “Cevabı kolay gibi görünen zor soruları sormadan önce düşünün ki cevabını bildiğiniz sorunun sorumluluğu da vardır” olmuş cevabı. Anlamamışlar dervişi. Soruyu cevaplandırmak istemediğini düşünmüşler. Bunu da söylemişler dervişe. Gülümsemiş bizimki. “Musab gibidir” demiş.
Görenler onu, “Mekke’nin bir kralı olsa bu sadece Musab olurdu” diye övermiş. Görenler onu “Bundan daha yakışıklı bir insan yoktur bu civarda” diye övermiş. Görenler onu “Musab’dan daha nazik, daha latif, daha güzel giyinen, daha terbiyeli kimse yoktur” diye övermiş. Annesinin de babasının da göz bebeği imiş. Bir eli yağda, bir eli balda bir genç imiş ki bakan bir daha bakarmış.
Musab, Erkâm’ın evine gidip bir kez aşka düşünce, aşka düşüp teslim olunca, teslim olup “sana feda olayım” deyince maldan, elbiseden, akçeden, Kureyş’in baharat bakışlı güzel kızlarından, dünyanın bütün hazlarından geçmiş. Bağlamışlar onu, kaçmış. Hapsetmişler onu, kaçmış. Her seferinde aşkına düştüğünün ayağının dibine yığılıp “sana feda olayım” demiş. Annesi de babası da yüz çevirmiş ondan. Yetmemiş, olmadık eziyetler etmişler. O, her seferinde aşka düştüğünün ayağının dibine yığılıp “sana feda olayım” demiş.
Hicret etmiş Habeşistan’a. Nice sonra çıkıp gelmiş........
© Yeni Şafak
