“Kendisi bir kuyudur ki…”
Yaşama tecrübesi çok olan kimselerin; kalabalıkların sahiplendiği, delice savunduğu, ölçüsüzce nefret ettiği, hayatında tutmak için çırpındığı şeylerin beyhudeliği karşısında içi yanar da yanar. Gördükleri manzara nettir, aşikârdır, apaçıktır: Bu bir aldanış salgınıdır, histeri krizidir ve yazık ki içi neredeyse her zaman boştur. Farkında olanlar için bu yakıcı bir şahitliktir. İşin bu noktaya geldiği yerde suları tersine akıtmanın imkân dahilinde olmadığını da bilirler o şahitler. Bu da ayrıca yakıcıdır ki, onu da en ateşîn yerde yaşarlar. Peki, bu tüketen döngüyü nasıl görürler, bütün bu uğraşıp didinmelerin bir sonucunun olmayacağını nereden bilirler? Çünkü bu yollardan daha önce onlar da geçmişlerdir. Bir yalanın peşine düşüp kendilerini tüketmişlerdir. Dünya var oldukça var olacağını sandıkları irili ufaklı ezberlerin sabun köpüğü gibi birer birer patladığına bizzat şahit olmuşlardır. Kaybetmiş, yenilmiş, parçalanmış, derin hayal kırıklıklarına uğramışlardır. Gelip geçici olanın, hakikati, derinliği, mahiyeti olmayanın insanla birlikte uzun boylu yaşayamayacağını bizzat tecrübe ederek hayattan öğrenmişlerdir.
“Elinizi attığınız her şey düzmeceydi, şeker, uçaklar, sandaletler, reçeller, fotoğraflar; okunan, yutulan, emilen, hayran olunan, beyan edilen, yalanlanan, savunulan her şey, bunların hepsi kindar hayaletlerden,........
© Yeni Şafak
